Doğa İle İçi İçe Yaşanan Şehir: Asheville
Atlanta’ya geldiğimizden bu yana methini çok duyduğumuz Asheville’e sonunda 2012 yılının Kasım ayında gidebildik. Atlanta’dan otobandan direkt giderseniz yolculuk yaklaşık 3,5 saat kadar sürüyor. Biz bir cumartesi sabahı Atlanta’nın kuzeyinden Carolina’ya bağlanan dağ yollarından gitmeyi tercih ettik.
Küçük kasabaları ve şehirleri geçerek 4 – 5 saat süren yolculuktan sonra Asheville’e vardık.
Nantahala River – North CarolinaŞehrin “downtown” denilen bölgesine kadar ilerleyip arabamızı otoparka bırakıp şehrin sokaklarını arşınladık. Küçük bir şehir olmasına rağmen butikleri, kafeteryaları ve restoranları ile dolu dolu yaşayabileceğiniz bir şehir merkezine sahip.
Özellikle çok fazla kahve içilebilecek kafelerin olması dikkatimizi çekti. Şehrin “downton” bölgesine Starbucks tarzı kahve zincirleri girememiş. Birkaç saatte sokakları dolaşıp ne yenilip-içilebilir, nerede takılabileceğimize dair fikrimiz olmuştu. Şehir ve çevresinde ayrıca bira üretimi yapıldığını ve bira şehri diye geçtiğini belirtelim . Şehrin içinde bulunan ve yerel bira üretimleri de olan iki restorandan birinde akşam yemeği için şansımızı deneyelim dedik. İlk gittiğimiz restoranda bekleme süresi 45 dakika kadar olunca diğerine gidelim bari dedik. Diğerinde kapıda karşılaştığımız bir müşterisinin sürekli geldiğini ve şiddetle tavsiye etmesi üzerine daha fazla düşünmeden restorana girdik ve bir iki turdan sonra boşalan ilk masaya oturduk. Biraları sipariş ettikten sonra telefonumuzdan akşam nerede kalabiliriz diye baktık, downtown’ın biraz dışında bir “Days Inn” hem fiyat hem de kalanların görüşleri bakımından uygun geldi, biraz daha bakalım derken telefonun bataryası bittince bu otelde kalmaya karar verdik. Aslında yemek yediğimiz restoranın üst katı hosteldi ama yer yoktu.
Kendine özgü kafeleri zincir kafelere göre çok daha hoşumuza gitti. Çift katlı otobüsten dizayn edilmiş kafede ise organik içecekler servis ediliyordu. Tabii ki denemeden olmaz deyip kahvelerimizi burada içtik.
Sabah otelde hafif bir hahvaltı yapıp birkaç saatin yeteceğini düşündüğümüz ABD’nin en büyük evi olma ünvanına sahip “Biltmore House”ı görmeye gittik. Ama evin olduğu alanın o kadar büyük ve içinde yapılacak aktivitenin fazla olması karşısında şaşırdık. Sadece günlük gezinin kişi başı 59 dolar olduğunu öğrenince birkaç saat için değmeyeceğine karar verdik. O kadar para vereceksek doya doya bir günü burada geçirmek gerekli diye düşünerek bir dahaki sefere bırakarak tesisden ayrıldık. Web sitesinde (biltmore.com) neler yapılabilir, fiyatları ve tesis hakkında bütün detayları bulabilirsiniz. Evin olduğu bölge turistik, etrafta ufak butikler, hediyelik eşya satan mağazalar, kafeler, restoranlar, oteller vs. var. Biraz burada vakit geçirdikten sonra downtown’a uğrayıp öğleye doğru Atlanta’ya dönmek üzere yola çıktık. Atlanta’dan gelirken girmediğimiz dağ yollarında doğanın tüm güzelliğini seyrederek ve baharda buraların daha da güzel olacağını düşünerek dönüşümüzü yaptık. Dönerken “Cherokee” kasabasına uğradık.
Mayıs ayı itibarı ile bu kasabada Cherokee’lerin yaşamları hakkında daha fazla bilgi edinebileceğimiz turlar, müze ve ziyaret edilebilecek kızılderili köyleri olduğunu öğrendik. Nisan ayından sonra motosiklet ile yapabileceğimiz gezi rotalarını belirleyerek akşam Atlanta’ya vardık. Cherokee ile ilgili detaylı bilgileri linkteki yazımızdan okuyabilirsiniz.
Asheville’in çevresi inanılmaz güzel bir doğa örtüsü ile çevrili. Dağcılıktan, raftinge, çeşitli yürüyüş parkurlarından, kaya tırmanışlarına her türlü doğa aktivitesine ev sahipliği yapıyor. Ünlü “Blue Ridge Parkway” şehre çok uzak sayılmayacak bir yerden başlıyor ve şehrin yakınından geçiyor. Bu yol ve devamındaki “Skyline Drive” ABD’de motorcuların en çok gezmek için geldikleri yerlerden bir tanesidir.
Chimney Rock’da Asheville şehrinden yaklaşık 1 saat mesafede bulunmaktadır. Eğer vaktiniz var ise Chimney Rock ve Lake Lure‘yi ziyaret etmenizi tavsiye ederiz. Aşağıdaki fotoğrafda hem Chimney Rock hem de Lure gölü manzarısını görebilirsiniz.
Georgia eyaletinden başlayıp Maine eyaletinde biten Appalachian trailin bir bölümü Asheville şehrine yakındır. Bu yürüyüş parkuru ile ilgili daha detaylı bilgiyi web sitesinden (appalachiantrail.org) inceleyebilirsiniz. Ayrıca başrolünü Robert Redford ve Nick Nolte‘un oynadığı “A Walk into the Woods” filmini de izlemenizi tavsiye ederiz. İki eski arkadaşın Appalachian patikasında yaptığı yürüyüşün konu edildiği filmde, harika manzaralar eşliğinde bu iki dostun kendi içlerine yaptıkları yolculuğun hikâyesini de bulacaksınız.
Asheville ile ilgili bilmek istediğiniz her konuyu ekteki (exploreasheville.com) web sitesinden inceleyebilirsiniz.
Lexington Avenue Brewery (The LAB): Şehrin içindeki yerel bira üreten restoranlardan teki. Bazı akşamlar canlı müzik de varmış, bize denk gelmedi. Ama www.lexavebrew.com web sayfasından takip edebilirsiniz. İki LAB burger ve 3 biraya bahşiş hariç 35 dolar ödedik. Kolsch, Pale ve Amber biralarını denedik, en çok Pale birasını beğendik.
Asheville’de kaldığımız otel hakkındaki düşüncelerimiz
Days Inn Asheville: Gecesi iki kişi için oda-kahvaltı ve vergi dahil 77 dolar ödedik.
Adresi: 3 Reynolds Mountain Blvd. Asheville, NC 28804
Odası geniş ve temizdi. Ama kliması eski tip olduğu için çok gürültülü çalışıyordu, gece soğuk olduğu halde uyuyabilmek için kapamak zorunda kaldık. Kahvaltıda ise pek bir şey yoktu.
2 Yorum
Chimney Rock ve Lure gölü manzarısı harika!Fotoğrafını çekmek istedim birden.Doğa ile iç içe olan her yere bayılıyorum sanırım,yazınız için teşekkürler 🙂
Doğa ile iç içe olmaktan biz de büyük zevk alıyoruz. Teşekkürler…