Mora Yarımadası’nın Şirin Dağ Köyleri
Mora Yarımadası, birbirinden güzel sahil kasabaları, antik kentleri, kaleleri, doğası yanında taş yapılı şirin dağ köyleri ile de her gidişimizde bizi biraz daha kendine hayran bıraktırıyor. Özellikle görülmesi tavsiye edilen birkaç köy birbirine yakın olunca bir hafta sonumuzu bu köyleri görmeye ağırdık. Bu şirin köyler yarımadanın ortasına yerleşmiş, Atina’dan araç ile 2 saat kadar uzaklıkta başlıyorlar…
Her bir köyün kendine özgü ürünleri ile öne çıkmış olması da bu köyleri ayrıca cazip yapıyor. Açıkcası bizi en çok bu bölgelerin dinginliği ve esnafı etkiledi. Bahar ayları bu köyleri gezmek için en güzel zamanlar olsa gerek.
Sabah erken saatte yola çıkıp ilk günden gezebildiğimiz kadar köye uğradıktan sonra Lagkadia’da kalmaya karar verdik. Birkaç gün önceden de kalacağımız oteli ayarladık. Gayet neşeli başlayan yolculuğumuz ilk benzin için uğradığımız istasyonda bir anda yerini endişeye bıraktı. Onur, benzinin parasını ödemek için elini montunun cebine attığında cüzdanının olmadığını fark etti. Acaba cüzdanı evde mi unutmuştu, yoksa yolda veya garajda bir şekilde düşürmüş müydü? Ayfer’in yanında para ve kredi kartı olduğu için ödeme bakımından sorunumuz yok. Ama Onur hem motoru ehliyetsiz kullanıyor hem de otel rezervasyonu onun adına. Üstüne üstelik pasaportları da almayı unuttuğumuzdan yanında kimlik de yok. 😊 İki saat gelmişiz geri mi gidip baksak yoksa yola devam mı etsek diye bir an ikileme girdik.
Gelirken otobanda birkaç trafik çevirmesi olduğunu da görmüştük. En iyisi risk alıp yola devam etmek diye düşündük ama Onur’un da neşesi bir anlık da olsa kaçmıştı. Cüzdanı düşürmediğinden emindi ama evde nereye koyduğunu hatırlamıyordu.
Ne mi Yaptık?
Tabii ki yolumuza devam ettik :). Sorunsuz kalacağımız otele geldik ve resepsiyonda hiçbir şey sormayıp oda anahtarımızı verdiler. Otelde kalan tek yabancı biziz ve sanki bizi bekliyorlarmış gibi karşıladılar… Bu güne kadar Yunanistan’da kaldığımız bütün otel veya kamp yerlerinde kimlik hep istediler. Onur’un içi daha rahat, zaten köy yollarında trafik polisine de hiç denk gelmedik. Artık gerisini dönüş yolunda düşünürüz, köylerin ve yolun tadına varalım. Güney Amerika’nın katkısı olsa gerek eskisine göre daha geniş davranıyoruz. Tranquilo 😊
Mora Yarımadası Dağ Köyleri
Köylerin yer aldığı bölgenin adı Arcadia diye geçiyor. Yunanistan’daki birçok yerleşim bölgesinin ortasında bir meydan ve etrafında kilisesi ile restoran, kafelerin olmasını Orta ve Güney Amerika’daki şehir meydanlarına benzettik.
Levidi: Köy, Arcadia’nın merkezinde Mainalo dağlarının eteklerinde 860 metrelerde kurulmuş. Meydanında kafe ve restoranları ile küçücük, keyifli bir köy. Etleri ile ünlü olduğunu öğrendik ama erken saatlerde geçtiğimiz için sadece kahve içmek için bu köye uğradık. Küçücük bir köy olduğuna bakmayın çok hoş kafesi vardı. Şehirde en az 2 euroya içtiğiniz küçük boy Yunan kahvesini bu tarz köylerde büyük boyunu içiyorsunuz. Tabii ki yanında kurabiye ve su da ikramları. Motor ile geziyor olmamız ilgilerini çekti ve çok sıcak davrandılar. Küçük köylerde bile İngilizce konuşana denk geliyorsunuz…
Levidi, süt ürünleri, bal, otlar, yöresel makarnalar, sosisler, etler, elmalar, şeftali, armut ve yerel şaraplarıyla ünlüymüş. Moschofilero beyaz şarap üzümünden yapılan bölge şaraplarının alkol düzeyi düşük, asitli ve hoş aromalı oluyormuş. Ayrılırken barbüküler ısıtılmış, kebaplar dizilmişti. Bir daha ki sefere artık et yemeye geliriz…
Vytina: Tripoli’ye 43 km uzaklıktaki köy, 1033 metre yükseklikte Mainalo’nun eteklerinde uzanır. Mükemmel doğası sayesinde, Mora Yarımadası’nın en ünlü tursitik yerlerinden biridir. Kışın genellikle karla kaplı oluyormuş. Baharda ise yemyeşil. Eski taş evleri ile küçük, şirin, sakin bir köy. Merkezinde birçok kafe ve restoran var. Keyifli birkaç saat geçirilir.
Antik çağlarda, Vytina halkı antik tanrılar Demeter ve Poseidon’a tapmış. Araba ile 15 dakika uzaklıktaki Magouliana köyünde bugün Poseidon Tapınağının kalıntıları bulunuyormuş ama o tarafa geçmedik.
Restoranlarında erişteli horoz, kuzu ve av hayvanları (tavşan, yaban domuzu, sülün) servis ediliyormuş. Bize pek hitap ettiğini söyleyemeceğiz. Süt ürünleri, bal, bitkisel çaylar, kestane, yöresel makarnalar ve ahşap ürünler bu bölgede satın alınacaklar arasında.
Mainalo’nun etkileyici köknar ormanının tazeliği ve özel kokusu ile Vytina sağlıklı bir iklime sahip. Bu bölgede bulunan iki sanatoryum, 1940 yılına kadar göğüs hastalarına şifa dağıtmış. Ağustos ayının ilk yarısında da geleneksel “Orman Bayramı” kutlanıyormuş.
Dimitsana: 960 – 1.080 metre yükseklikte dağ yamacına kurulmuş tarihi köy manzarası ile muhteşem. Antik kent Tefthis’in kalıntıları üzerinde, Lousios nehrinin vadisinin üzerinde, amfitiyatro şeklinde inşa edilmiş. Antik sur duvarlarının kalıntıları hâlâ korunmaktadır. Şirin kafeler, taş binalar, dar Arnavut kaldırımlı sokaklar, butik otelleri ile bir akşam kalınabilir. Bu köyün de erişte, bal, tereyağı, peynir, reçel, ceviz, kestane ve süt ürünleri meşhurmuş.
Dimitsana köyünün, 1821 Yunan isyanında Yunanlar açısından önemli bir yeri var; savaş sırasında kullanılan barut bu köyde üretilmiş. Biz uğramadık ama köydeki Açıkhava Su Müzesinde de barutun nasıl üretildiği anlatılıp müzede yer alan değirmenin bu üretime nasıl yardımcı olduğu sergileniyormuş.
Stemnitsa: Küçük şirin başka bir köy daha. Mainalo’nun batı yamaçlarında, Klinitsa’nın eteklerinde, 1.100 metre yükseklikte, amfitiyatro şeklinde inşa edilmiş ve çok güzel korunmuş bir köy. Stemnitsa, Arcadia’nın en tarihi bölgelerinden biri ve Ypsos antik kenti üzerine kurulmuş. MS 7. yüzyılda Slav kökenli “ormanlık, ağaçlık” anlamına gelen Stemnitsa adını almış.
Köy, altın ve gümüş işçiliği ile öne çıkmış. Yetenekli zanaatkârlar; altın, bronz, bakır ve gümüş işlemiş ve birçok ünlü kuyumcu bu bölgeden çıkmış. Günümüzde de gümüş işçiliği değerini koruyor. Silversmith Teknik Okulu’nda gümüşçülük sanatı öğretilip geleneklerini sürdürüyorlar. Gümüşçü dükkanlarına da bir göz atmayı unutmayın…
Restoranlarında; ızgara, haşlanmış keçi eti, fasulye çorbası, erişte, kuzu, splenandero (bizdeki kokoreç) ve tatlı olarak turta tadabilirsiniz. Yöresel makarna ve bal alınacaklar arasında.
Köyün yukarısında, köye ve Lousios vadisinin enfes manzarasının görüldüğü “Kastro” (Kale) tepesi yer alıyor. Fotoğraf çekmek için ideal yer olacaktır. Köyde keyifli birkaç saat geçirilebilir, hatta bir gece kalınabilir.
Daha sonra Elliniko ve Karytaina köylerine doğru devam ettik. Yollar ve manzaralar enfes. Bu köyler de küçük ve keyifli. Karytaina, antik kent Vrenthi’nin bulunduğu tepenin üstüne Orta Çağ kalesinin etrafında kurulmuş. Vrenthi antik kentinde “War of the Giants – Devlerin Savaşı”nın gerçekleştiği söylenir.
580 metre yükseklikte kurulmuş köy, 19. yüzyıldan kalma iki ya da üç katlı taş evleri, Arnavut kaldırımlı sokakları v eski Bizans kiliseleri ile görülmeye değer. Ayrıca kalesi var ama biz çıkmadık. Kale 13. yüzyılda Fransız hükümdarı Geoffrey de Vrigier tarafından yaptırılmış ve karargah olarak kullanılmış. Frenk ve Osmanlı yönetimi sırasında Mora Yarımadası’nın en önemli kalelerinden biri olduğunu sonradan öğrendik. Bu köyde de yöresel makarna çeşitleri, süt ürünleri, kestane, bal, dokumalar ve diğer geleneksel sanat ürünleri yaygın.
Daha sonra Lousios Gorge ile Ancient Gortys’e uğradık. Lousios vadisinde yürüyüş yolları ve manastır var ama motosiklet kıyafetleri ile sıcakta fazla yürüyemedik. Manastıra çıkmak zor olacağından vazgeçtik. Nehrin sesini dinlemek biraz soluklanmak bile yetti. Antik Gortys’iden pek eser kalmamış.
Evet, yavaş yavaş geceyi geçireceğimiz Lagkadia köyüne doğru yine virajların ve doğanın keyfini çıkararak yol aldık…
Lagadia (Lagkadia): Bir hafta önce bu köyden geçmiş hem yollarına hem de köyün canlılığına hayran kalmıştık. Paskalya tatilinin de etkisi ile her yer hareketliydi. Asılı kalmış gibi duran köy bizde de merak uyandırdığı için daha sonra gelip kalmaya karar vermiştik. Köylerin hepsine uğrayarak uzun bir günün sonunda manzarası müthiş bu güzel köye akşam üzeri geldik. Köy tahminimizden çok daha boştu, bir hafta önceki canlılıktan eser yoktu. Ama o kadar huzurluydu ki iyi ki gelmişiz dedik.
Lagkadia, 70 derece eğimle Mainalo’nun dik ormanlık yamacında amfitiyatro şeklinde inşa edilmiş. Köyün taş yapıları muhteşem, merkezdeki devasa çınar ağaçlarının altındaki restoran ve kafelere ise bayıldık. Bu bölgeden çıkmış taş ustaları yaptıkları kiliseler, köprüler, taş evler, avlular, su değirmenleri ile Yunanistan’ın birçok bölgesini süslemiş.
Lagadia’nın restoranlarında kuzu, splenandero (bizdeki kokoreç) ve tuzlu etlerinin tadılması tavsiye ediliyor. Birkaç tane yerel tatlılarının, bal, zeytin, zeytinyağı ve yöresel makarnaların satıldığı dükkan var. Bu bölge makarnası ile ünlüymüş biz de aldık ve çok beğendik. Ayrıca dokuma ve el işi ürünleri ile de ünlüymüş ama çok özel bir şey görmedik. Belki yazın daha hareketli oluyordur ve ürün yönünden de çeşitlilik olabilir. Yerel şarapları var ama beğenmedik.
Bu köyün en çok sevdiğimiz özelliği manzarasının yanında inanılmaz güvenli olması oldu. Gece dükkanların önündeki ürünlerin hiçbiri toplanmamıştı. Ballar, zeytinyağlar ortada, düşünün. Restoran ve kafelerin masa-sandalyeleri ve bütün ürünler yine açıktaydı. Böylesi güvenli bir ortamı özlemişiz…
Kaldığımız otelin konumu ve balkonlarından manzara süperdi. Personeli çok sıcaktı. Tek olumsuz tarafı odalarda klima yok ve çok sıcaktı.
Üstteki köylerin hepsinde keyifli bir şeyler yenilebilir veya kahve yudumlamabilir. Bu köylerden birinde kalıp diğer köyleri çok rahatlıkla gezebilirsiniz. Ayrıca çok güzel yürüyüş rotaları var, eğer bu rotaları da yaparım derseniz Arcadia bölgesinin köylerinde birkaç gün rahatlıkla geçirilebilir.
Sabah uyandığımızda havanın birazcık rüzgarlanmış olmasına canımız sıkılsa da planımızda değişiklik yapmayıp yarımadanın kuzeyine Kalavryta’ya doğru çıktık yola. Bu bölgede ziyaret edilecek çok fazla manastır var. Görülmesi tavsiye edilen Agia Lavra ve Mega Spilaio Manastırlarından ilk Agia Lavra’ya uğradık. Manastır 10. yüzyılda bir keşiş tarafından yaptırılmış. İngilizce kaynaklara göre; 1585 ve 1827’de Osmanlı döneminde, 1943’te de Almanlar tarafından tamamen yakıldığı yazıyor. Daha sonra tekrar inşa edilmiş. Maalesef pazar günleri ziyarete açık değil o yüzden diğer manastıra da gitmedik. Ama sırf yolu için bile bu manastıra gidilir. Ara ara sisli olsa da virajlı yemyeşil huzurlu bir yoldu…
Yunanistan’da pazar günleri sakin geçer ve birçok işletme kapalıdır. Kasabanın içinde açık bulduğumuz bir pastanede bir şeyler atıştırdıktan sonra bu sefer kayak merkezleri Aoraina’nın karlı virajlı yollarına sardık. Kasabadan ayrılırken bir anıt dikkatimizi çekti. Tepede yer alan anıtın üstünde bir haç ve 13.12.43 yazdığı dikkatimizi çekti. Araştırdığımızda, burasının Kalavryta’nın özel anıtlarından biri olduğunu ve Kurbanlık Nokta diye geçtiğini öğrendik. 13 Aralık 1943’te Kapi tepesinde, Almanlar tarafından 14 yaş ve üstü tüm Yunan erkekler katledilmişler. Bugün tepede, anısına büyük bir Haç var. Merkezi noktayı çevreleyen sütunlarda kurbanların ailelerinin tüm isimleri ve her aile için bir tane küçük kandil bulunuyormuş. Maalesef tarih bütün milletler için acılarla dolu…
Bahar geldi derken bir anda karla buluştuk, zaten bu kış İstanbul’da kar görmedik… Aroaina kayak merkezi bu dönemde kapalı.
Vounaki üzerinden Tsivlos Gölüne vardık. Yolun kalitesi bozuk olsa da müthiş manzaraları ve virajları ile bizi mest etti.
Üstüne bir de gölün o dinginliği, yemyeşil manzarası yok mu bizi bizden aldı götürdü. Gölün etrafında piknik alanları ve birkaç konaklama alternatifi ile restoran var. Doğası çok güzel olan bu bölgede 1 gece kalıp huzurlu bir hafta sonu geçirilebilir.
Akrata üzerinden sahilden Atina’ya geri döndük. Eh, günü tabii ki heyecansız bitirmedik. Kaldığımız evin sokağı tek yön ve pek işlek değil. Her zaman yolu uzatan Onur, bu sefer acaba şuradan girsek mi diye bir an düşündü. Ev hemen sokağın başında 3. bina, ne olacak demiyeceksiniz. Sokağın köşesinde duran araç hareketlendi, Onur da yol vereyim derken ne görelim meğerse polis aracıymış. Kapımızın önünde hem girilmeze girmekten hem de ehliyetsiz araç kullanmaktan cezayı yiyecekti.😊 Evet, bu gezimiz neşeli başlayıp endişeli devam etse de mutlu bitti. 😊 Cüzdan mı? Onur, motosiklet çantası yerine bilgisayar çantasına koymuş 😊 Eh, 15 aydan sonra sabit hayata adapte olmak kolay olmuyor, unutmuşuz birden fazla çantaya sahip olmayı…
Ayfer & Onur Öznar
Faceboook : AyferOnur Seyahatnamesi
Instagram : AyferOnur Seyahatnamesi
Youtube: AyferOnur Seyahatnamesi
2 Yorum
Kastoria-Edessa ve Yanya yazılarınızdan sonra bu yazınızı da okuyup Yunanistan için sonbahar rotamızı sayenizde şekillendirdim. Teşekkürler
Keyifli bir gezi olmasını dileriz, selamlar…