52 .Gün Rusya – Kazakistan Sınır Geçişi
Ayçiçek tarlalarını takip ederek Rusya sınırına 16:45’de geldik. Ve bir saatte işlemlerimiz bitti, önümüzde iki otobüs olmasa çok daha kısa sürerdi. Neyseki girişte verilen evraktaki kalış süresinin yazılı olmamasına takılmadılar. Üstün körü araca baktılar, çadır yarım açtırıldı, uyuşturucu ve silah sordular. Kazakistan sınırında da sorunsuz 35 dakikada işlemlerimiz bitti. Çadır, yine yarım açtırılıp üstün körü kontrol edildi. Ve yeni maceralara hazırdık.
Kazakistan Rusya’dan 2 saat geri, böylece TR ile saat farkı da 2 saate düştü, burası ileri. Sınırdan 19 km sonra araç sigortası için sigortacı var. Tenge veya Rus rublesi ile nakit ödeme kabul ediyor. Yanımızda Ruble olunca sorunsuz iki aylık yaptırdık. (Kırgızistan ve Özbekistan sonrası tekrar Kazakistan’a girmemiz gerektiği için sigorta süresini uzun tuttuk.)
Sınırdan Semey’e doğru 45 km kadar yollar bozuk sonrası daha iyi asfalt. Şehre girmeden önce IOverlander’dan bulduğumuz yerde kamp yaptık. Enfes gün batımı ve arkasından yıldızlar gecemize eşlik etti
53. Gün Semey
Şehirde en çok merak ettiğimiz yer Dosteyevski’nin müzesi. Henüz açılmadığı için ilk önce market alışverişimizi yapalım dedik ama onlar da sabah 9’da açılıyormuş. Markete sonra uğrarırız deyip müzeye gittik ve ilk gezenler olma şerefine nahil olduk. Müzenin giriş ücreti; 1600 Tenge yaklaşık 120 TL, kredi kartı ile ödeme yapılabiliyor olması süper zira henüz para bozduramadık. Müzeyi genel olarak çok beğendik. Çalışanlar çok ilgili, bir sürü Semey broşürü verdiler, buranın gönüllü tanıtım elçileri olduk.
Şehir ve müzenin içeriği hakkında bulduğumuz hoşumuza giden bir yazının Türkçe çevirisinin özetini sizinle de paylaşmak istiyoruz.
“Doğu Kazakistan’ın rüzgârlı, uçsuz bucaksız bozkırlarında, iki farklı ve unutulmaz mirasa sahip bir şehir yükseliyor. Dünyanın edebiyat devlerinden birinin insan ruhunun derinliklerine indiği ve bir asır sonra insanlığın kendini yok etme gücüne hakim olmaya çalıştığı yer burası. Eski adıyla Semipalatinsk olan ve toprağı hem Fyodor Dostoyevski‘nin sürgününün hem de Sovyetler Birliği’nin atom bombası hayallerinin anısıyla dolu bir şehir olan Semey.
1849’da ölüme mahkûm edilen Dostoyevski, son anda Çar I. Nikolay’ın emriyle cezası, Omsk kalesinde dört yıl ağır çalışmaya ve ardından Semipalatinsk’te zorunlu askerlik hizmetine çevrildi. (Omsk’taki müzeyi de gezmiştik burası ile birbirini tamamlayacak.)
Rus İmparatorluğu’nun kıyısındaki bir taşra karakolu olan Semipalatinsk’te yaklaşık beş yılını geçirdi. Resmî görevi Sibirya Hattı Taburu’nda bir askerlik olsa da, burada geçirdiği süre; siyasi, manevi ve edebi açıdan kritik bir dönüşüm geçirdiği dönemdir. Hapishanede, sürgünde ve epilepsiyle mücadelesinde maruz kaldığı acı, daha sonra “Suç ve Ceza”, “Budala” ve “Karamazov Kardeşler’i” tanımlayacak olan ahlaki ve psikolojik vizyonunu keskinleştirdi. Burada “Amcanın Rüyası” ve “Stepançikovo Köyü’nü” tamamladı ve hapishanedeki zamanının kurgusal bir anlatımı olan “Ölüler Evi’nden Notlar” üzerinde çalışmaya başladı.
Dostoyevski‘nin eski evi bugün, hayatına ve yazılarına adanmış bir müzeye dönüştürülmüş durumda. Müze, sürgününün içe dönük yalnızlığını çağrıştıran el yazmalarını, kişisel mektuplarını ve portrelerini barındırıyor. Yazarın bir heykeli, bozkıra dönük, sessiz bir meydanda duruyor; belki de bir zamanlar yaptığı gibi, ufkun ötesinde bir anlam arıyor.
Ancak Semey‘in bir başka mirası da var: 1949’dan 1989’a kadar, Sovyet nükleer deneylerinin merkez üssü olan Semipalatinsk Test Sahası’na sadece 150 kilometre uzaklıktaydı. Bu alanda 450’den fazla nükleer test gerçekleştirilmiş ve şehrin kimliğini bugün hâlâ şekillendiren çevresel ve genetik izler bırakmıştır.
Edebiyat ve atom tarihinin bu tuhaf kesişiminde Semey, unutulmuş bir sınır olarak değil, insan hırsının ve direncinin uç noktalarını yansıtan bir yer olarak ortaya çıkıyor. Birçok yönden, acılarla dolu, ancak kurtuluştan asla tamamen yoksun olmayan bir Dostoyevski şehri olarak kalmaya devam ediyor.” (Yazının tamamı için, timesca.com)
Bize göre; böylesi tezat şehrin sokaklarını işte bu duyguları da düşünerek dolaşmak lazım. Yemyeşil, birden fazla parka ve çok hoş tiyatroya sahip, nehir kıyısı ile görülmeyi hak ediyor. Müze sonrası önceliğimiz telefon hattı almak ve bizden önce geçen arkadaşımız (@tobeontheroad) önerisi Beeline olunca biz de direkt oraya gittik. Mağazanın kalabalığı şaşırttı önümüzde 20 kişi var . Neyseki sıra hızlı ilerliyor, sınırsız internet ve konuşma 7000 Tenge (525 TL). Nasıl da ülkede kazıklanıyoruz değil mi? Ödemesini tabii ki kredi kartı ile yaptık, bütün kart tipi geçerli olmayabiliyormuş o yüzden önce ödemeyi aldılar sonra işlemleri yaptılar. Sorunsuz şimdilik çalışıyor.
Hattımızı aldığımıza göre sıra para bozdurmaya gelmişti, nasıl olsa kredi kartı geçiyor diye rehavete kapılmamak lazım. Döviz büroları bankalara göre çok az yüksekten bozuyor (1 Dolar=538,50 Tenge). Paramız da var yemek yiyelim değil mi . İstanbul kafe varmış oraya gittik ama bizim ortamı çok hoşumuza gitmedi, fastfood gibi duruyordu ve yemeden çıktık. Şehirde fazla oyalanmadan market alışverişimizi yapıp Astana’ya doğru yola devam etmeye karar verdik. Victoria Park ve çevresi hoşumuza gitti. Ayrıca Abay Müzesi gezilebilir.
Abay Kunanbayev, Kazak halkının büyük şairi, filozof – hümanist, besteci ve sanatsal söz ustasıdır. Gerçek adı İbrahim’dir, ama büyükannesinin ona taktığı Abay (Kazakça’da “dikkatli”, “tedbirli” anlamına gelir) takma adı, gerçek adının önüne geçmiştir.
Çift şerit gidiş-geliş otoban diye adlandırdıkları yola girdik. Yol kalitesi iyi, trafik genel olarak sakindi. İlk 200 kilometrede benzin istasyonu yok ama tuvalet ihtiyacı için dinlenme alanları var ve temizlerdi.
Akşam Pavlador’da Irtysh Nehri’ne nazır kamp attık. Günün kapanışını ise enfes dolunay ile yaptık. Yarın Orta Asya’nın Dubai’si diye geçen onun gibi yapay şehir Astana’ya geçeceğiz.
54. Gün Pavlodar – Burabay Milli Parkı
Sabah kısa bir Pavlodar şehir gezisinden sonra Burabay Milli Parkına doğru devam ettik. Arada tamir setimizdeki eksik anahtar ve lokma setini de burada tamamlamayı ihmal etmedik. Fiyatlarının Türkiye’den daha ucuz olduğunu belirtmeye gerek yok. Irtysh Nehrinin kıyısına kurulmuş şehrin simgesi Meşkhur Hüsüp Caminin içi de dışı da çok huzurlu, mimarisi ve içindeki gösterişli avizesi ile şehirdeyseniz görülmeye değer. Cami ziyaretinden sonra şehrin katedralini de ihmal etmedik.
Kazak ve Rus nüfusun ağırlıklı olduğu şehir farklı etnik gruplara da ev sahipliği yapıyor. Parklarında, sokaklarında dolaşırken çeşitliliği hissediyorsunuz. Nehir kıyısı boyunca uzanan yürüyüş yolu, parkları, plajları, spor alanları, müzeleri ile sade şehir gözümüze hoş geldi. Beklentisiz geldiğimiz Pavlodar, şehir planlaması ile bizi yanıltsa da bu kadarı yeterli deyip yola devam ettik. Astana’yı dönüşe bırakıp Kuzey Kazakistan’ın en popüler milli parklarından biri olan Burabay Milli Parkı’na odaklandık. Yemyeşil bitki örtüsü, tepeleri ve Borovoye gölü ile Kazakistan’ın bozkırlardan tamamen farklı bir atmosferi var.
Buraya gelirken yolun iki saatlik bölümünde oldukça kötü bir yola girdik. Bozkırın sıkıcılığını çamurlu, toprak yolda ilerleyerek heyecana çevirdik. Uzun sıkıcı bozkır manzarasından sonra akşam varmamıza rağmen parkın yeşilliği ile gözlerimiz aydınlandı. Milli park ve çevresinde birden fazla göl var. Bunlardan bazıları parka giriş yapılmadan görülebiliyor. Geceyi biz de bu göllerin birinin kıyısında (Shchuchie gölü) geçirdik. Yarın milli park, içindeki Burabay Köyünü ve gölleri gezeceğiz.
55. Gün Burabay Milli Parkı
Burabay Milli Parkı, 1898 yılında devlet ormanı ilan edilmesiyle başlayan zengin bir tarihe sahiptir. Eski bir kaplıca kasabasıyken 2000’de milli park olarak ilan edilmiştir. Ormanlar, göller ve bozkırlar ile muhteşem bir doğaya sahip park, 757 farklı bitki ve 305’ten fazla hayvan türüne de ev sahipliği yapar.
Biz de sabah göl kenarında yaptığımız kahvaltı sonrasında Kazakistan’ın bu muhteşem doğası ile buluşmaya hazırdık. Milli parkın girişinde bir ödeme yapılmıyor, araçların plakası okunuyor, çıkışta kaldığınız güne göre ücretlendirme yapılıyor.
Ahşap yürüyüş yolları, manzara izleme noktaları, bisiklet parkurları, plajları, orman içi hiking rotaları, Burabay Yerel Tarih ve Doğa Müzesi, küçük hayvanat bahçesi, sağlık merkezleri, konaklama seçenekleri (otel, kamp, ger vs.), restoran ve kafeleri ile herkese hitap eden bir park.
Burabay Milli Parkı, “Kazakistan’ın incisi” olarak anılan Burabay’ın ortaya çıkmasına neden olan çok sayıda efsaneyle de ilişkilendirilir. Ablay Han’ın torunu olan Kenesary Han’ın adını taşıyan ve onun çocukluk evi olduğuna inanılan Kenesary Mağarası buradadır. Burabay köyü, Borovoye ve Bolshoye Chebachye gölleri arasında yer almaktadır. Köy, bir çam ormanı ile kucaklanmıştır. En hareketli yeri Abylai Khan meydanıdır. Yerel pazarında; çeşitli bölgesel ürünler, etler, balıklar, sebzeler ve süt ürünleri satılıyor. Yerel kostümler ve dev kartal ile isteyenler fotoğraf çektirebilir. Müze ve hayvanat bahçesi de burada yer almaktadır. Ayrıca, Borovoye gölünde tekne gezileri yapılıyor. Gölün suyu çok temiz ve yüzülebiliyor.
Köyün en önemli özelliklerinden biri de bir asırdan uzun süredir çeşitli sağlık merkezlerine ev sahipliği yapıyor olması. Sovyet döneminde, tüberküloz ve solunum yolu rahatsızlıklarının tedavisinde uzmanlaşmıştı. SSCB’nin dağılmasının ardından bölgenin altyapısı bir süre zayıflamış olsa da yetkililer bölgeyi yeniden eski ihtişamına kavuşturmak için çalışıyormuş. Son yıllarda yerel sağlık merkezleri, hizmet alanlarını çeşitlendirerek sinir, kas-iskelet ve mide-bağırsak sistemi gibi çeşitli rahatsızlıklara yönelik hizmet vermeye başlamışlar.
Parktaki doğal göllerin muhteşem manzarasını izlemek için Bolektau Dağı’na 30 dakikalık tırmanış harika olacaktır. Yağış şiddetini arttırınca göllerin etrafını araba ile dolaşmayı tercih ettik.
İlk önce Maloye Chebachye gölüne gittik. Burası milli parkın içinde değil ve parktan çıkış yapmak gerekiyor. Biz de öyle yaptık ama yine maceralı oldu . Tam ödeme noktasına geldik, görevli yok ve makinalardan kendiniz yapmanız gerekiyor. Neyseki İngilizce seçeneği olunca plakayı girip ödeme işlemini kolayca yaptık. Tam arabaya binip açılan bariyerden çıkacağız arkamızdaki araç hızla önümüze geçip çıktı ve bariyer kapandı. Böyle bir şeyi beklemediğimiz için ne olduğunu anlayamadık bile. Neyse tekrar ödeyelim desek de bir kere plakayı girerek ödeme yaptığımız için ikinciye kabul etmiyor. Kaldık mı parkta . Giriş yaparken olayı gören bir bey sağ olsun yardımımıza koştu. Kulübede uyuyan görevliyi uyandırıp olayı anlatıp bize bariyeri açtırdı.
Bir taraftan gülüyoruz bir taraftan da bakalım Kazakistan’da daha neler öğreneceğiz diye sohbet ederken Maloye Chebachye gölüne geldik. Hiç yeşillik yok! Burası daha çok kuş gözlemciliği için ideal. Kalmayıp diğer göllere doğru devam ettik. Tekekol Gölü küçük ama göle doğru vuran yansımalar harika duruyordu. Burada konaklamak için gerler var. Kamp da yapılabilir, çok sakin, sinek fazla olunca tercih etmedik. Yakınında yer alan parkın gardiyanı diye geçen “Khranitel’ Lesa” heykelini görüp Bolshoye Chebachye gölünün orada kamp yaptık. Çok güzel kapalı piknik alanlarının olduğu sakin bir yer. Yağmur da durdu daha ne isteyelim.
56. Gün Burabay – Astana
Bugün yağmurlu olacağını bildiğimiz için erken kalkıp ilk işimiz çadırı kapamak olduk. Kahvaltıya başladığımızda hafiften yağmur da başlamıştı. Kamp yaptığımız yerden ayrılıp Astana’ya gidene kadar sağanak yağış bizi hiç yalnız bırakmadı. Yol olarak otobanı tercih ettik, burada da gişeler yok, otomatik plaka okuma sistemi vardı. Nereden nasıl çıktığınızı ne kadar ücretli yolu kullandığınızı nasıl takip ediyorlar neye göre ücret alınıyor açıkçası biz henüz çözemedik. Kaztoll.kz diye sayfalarından borcunuzu görebiliyorsunuz ama ödeme şekilleri de biraz karışık. Daha önce ödeme gişesi görmediğimiz için birikmiş borcumuz vardı. Astana girişinde ödeme gişesi var ama eleman yok ve kartla kendiniz yapabiliyorsunuz. Eski borçla birlikte ödememizi yaptık.
Şehre vardığımızda yağmur da durmuştu. Şehir merkezine çok uzak olmayan otoparklı butik bir otel seçmiştik. Beğenince burada kalmaya karar verdik. Ve sıra şehiri dolaşmaya gelmişti. Başkent Astana, Orta Asya’nın Dubai’si diye geçiyor onun gibi yapay bir şehir. 1998 yılında, eski başkent Almatı’nın ünvanı jeopolitik ve ekonomik sebeplerden dolayı nüfusu daha az olan Astana’ya geçmiştir. Bu süreçte de kent planı yeniden yapılanmış ve eski Rus evlerin hakim olduğu eski yerleşim yerleri ile modern merkezi harmanlanmıştır.
Şehrin gezilecek yerleri de sonradan yapılmış merkezinde yer alıyor. Açıkçası yüksek binaların, taş yığınların arasında boğulmaya hiç niyetimiz yok diye düşünürken yemyeşil parkları, geniş ferah caddeleri, düzeni ve temizliği ile bizi şaşırttı. Büyükelçiliğimize yakın Atatürk Parkı ve heykelinin olduğunu öğrenince gezimize ilk buradan başladık. Ishim Nehrinin ayırdığı şehrin diğer tarafında da Central Park yer alıyor. Tadilatta bulunan opera binası, tiyatrosu, sirki ile eğlence, sanat dünyası da aktif duruyor.
Yürüyüş sırasında aniden sağanak yağmurun başlaması ile kendimizi Hilton’un lobisine zor attık. Kafesinde yağmurun hafiflemesini bekleyip çıktığımızda tekrar başlayınca bu sefer de ağaçların korumasına sığındık. Aşıklar Parkı’na çıkan yol üzerinde dev bir çadır karşımıza çıktı. Meğerse Han Shaty, bir çadır şeklindeki eğlence ve alışveriş merkeziymiş. Merkez, zamanla şehrin simgelerinden biri haline gelmiş. Orta Asya kültürünü yansıtan bu mimari yapı Guinness Rekorlar Kitabı’nda dünyanın en yüksek çadırı olarak kayıtlıdır. İlginç dizaynı ve akşamları ışıklı haliyle dışarıdan hoş duruyor ama içinin çok bir özelliği yok. İçindeki restoranlardan birinde yemek için bize de bahane oldu.
Astana‘nın diğer önemli simgesi sayılan Bayterek Kulesi; Türk mitolojisindeki “Hayat Ağacı” figüründen esinlenerek isimlendirilmiş ve kulenin üstündeki top şeklindeki gözlemevi 300 tonmuş. Yumurta şeklinde yapılan bu top hayatın başlangıcını simgeliyormuş.
Yaldızlı kubbeleri ile parıldayan Nur Astana Cami’nin içini ibadet saatine denk geldiğimiz için gezemedik. Bembeyaz mimarisi ile eminiz içi de hoştur.
Bayterek Kulesi’nin arkasında kalan “Şarkı söyleyen çeşme” diye geçen süs havuzu akşam ışıklandırılıyor. Ak Orda Başkanlık Sarayı da akşam ışıl ışıl güç gösteriyor. Çeşmenin yanındaki Sapa kafede oturup etrafı izledik. Evet, binalar üstünüze üstünüze çok gelmiyor ama yine de sonradan yapılmış bir yapaylığı, ruhsuzluğu var şehrin. Bakalım yarın düşüncemizi değiştirebilecek mi?
57. Gün Astana – Karaganda
Sabah Astana gezimizin devamına Hazrat Sultan Cami’yi ziyaret ederek başladık. Hem mimari hem de içinin ferahlığı ile huzurlu bir cami. Kutsal Kur’an’ın 12. yüzyıla ait eski el yazması da camide sergilenmektedir. Cami’nin hemen yakınında Bağımsızlık Meydanı ve şehrin simgelerinden biri olan Kazak Eli Anıtı’nı görüp fotoğrafladık. Kazakistan Cumhuriyeti Ulusal Müzesi, Barış ve Uzlaşma Sarayı da bu meydanda yer almaktadır.
Buradan sebze-meyveden kıyafete kadar her şeyin satıldığı şehrin çarşısını (Astanalyk Bazaar) dolaştık. Sonradan yapılma şehir merkezi ile buranın hiç ilgisi yok, belki de gerçek Astana buraları. Ortalık insan kalabalığı, eski binalar, yayılan yemek kokuları ile daha hayatın içindesiniz. Alışverişlik ihtiyacımız olmayınca buradan ayrılıp ünlü Kazak şair, yazar, eğitimci ve devlet adamı Saken Seifullin Müzesi’ni ziyaret ettik. Sovyetler Birliği yetkilileri tarafından baskı altına alınan, zulüm gören ve sonunda idam edilen şairin evi müze olarak hizmet veriyor.
Müzenin içeriği hüzünlü olsa da 19. yüzyıldan kalma ahşap binası ile zamanınız ve biraz edebiyata ilginiz varsa gezilebilir. İngilizce çok fazla açıklama yok ama müzenin rehberi Türkiye’den geldiğimizin şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra sağ olsun kısa da olsa bize bilgi verdi. Giriş ücreti kişi başı 1200 Tenge.
Astana’dan tahminizin üstünde memnun kalarak Karaganda’ya doğru bizi nelerin beklediğini bilmeden yola çıktık.
Her zaman deriz; bir ülkeyi sevip sevmemekte en büyük etkenlerden biri bizce insanlarının davranışlarıdır. İstediği kadar harika coğrafyaya, tarihe sahip olsun yaşadığınız olumsuzluklar onun önüne geçecektir. Hayatınızda, belki milyonda bir yaşanacak olayın bugün başımıza gelmesi Kazakistan hakkındaki olumlu düşüncelerimizi bir anda yerle bir etki. Astana’da geçirdiğimiz keyifli iki günden sonra ülkenin enfes doğası ile yeniden kucaklaşmak için can atıyorduk.
IOverlander’da bir ailenin bir ay önce araç üstü çadırı ile Karaganda’ya yakın piknik yapılan bir yerde kaldıklarını görünce biz de oraya gittik. Güzel dizayn edilmiş, ortamı çok huzurlu bir piknik alanı olunca burada kalmaya karar verdik. Birkaç aile bir de daha büyükçe eğlenen bir grup var. Akşam hava kararınca yavaş yavaş aileler ayrılmaya başladılar. Geriye iki araç kaldı onlar da her an giderler diye beklerken bir anda bir şeyler aranmaya başladılar. Ne olduğunu anlayamadık. Aradan birkaç saat geçti ama hala arabalarının farlarını açıp ağaçlı alana doğru bakıyorlar. Baktık gitmeyecekler parkın diğer tarafına geçelim dedik. Daha sonra polis araçları geldi. Bu olayın nasıl geliştiğini daha sonra yazmayı uygun görüyoruz…
Bütün tadımız tuzumuz kaçmış bir saat kadar daha yol yapıp bir tır parkına çektik aracı ama gözümüze uyku nerede girecek. Cevapsız sorular kafamızda geceyi bitirdik…
58. Gün Karaganda – Balkaş Gölü Arası
Gece doğru düzgün uyumadan ve şokunu atlatamadan sabahı zor ettik. Kafamızda binbir soru keyfimiz kaçmış vaziyette. Üstüne bir de keyifsiz dümdüz bozkır yol eklenince daha da sıkıcı oldu. Balkaş Gölü’ne doğru otoyolda düzgün tesis yok, tuvaletler ahşap baraka gibi ve pis, etrafı leş gibi kokuyor. Ülkenin şehirleri ile kırsalının hiç alakası yok. Moğolistan’daki gibi sonsuzluk hissinin verdiği huzuru maalesef burada hissedemiyorsunuz. Balkaş Gölü’ne vardığımızda ise Baykal Gölü’nden sonra bizim için hayal kırıklığı oldu. Aynı isimli şehrinde ise hiçbir şey yok ve her yerinde yol yapım çalışması var.
Belki havanın da kapalı olmasının etkisi olabilir ama ağacın olmadığı kurak bozkırın ortasında bir göl. Batı kesiminde tatlı su ve doğu kesiminde tuzlu su bulunan göl farklı özelliği ile ilgimizi çekmişti. Hayalimiz burada 1-2 gün kamp yapıp dinlenmekti ama artık kamp yaparken biraz daha tedirginiz. Kalmak için birkaç yere baktık, beğenmeyince yola devam edelim dedik ama önümüzde de seçenek yok duruyor. Almatı için de yolumuz uzun, kara kara nerede kalacağımızı düşünürken düzgün bir benzin istasyonuna denk geldik. Sahibi veya müdürü olan bey hem çok ilgilendi hem de orada kalabileceğimizi söyleyince içimiz rahatladı. Sonuçta 7/24 açıklar.
59. Gün Almatı
Kazakistan’ın batıya açılan yüzü Almatı. Parkları, temizliği, müzeleri, araç trafiğine kapalı caddeleri, restoranları, kafeleri ve modernliği ile abartısız Kazakistan’ın en güzel şehri olduğunu söyleyebiliriz. İki gün önce yaşadıklarımızı unutmasak da Almatı ile yeniden Kazakistan’a ısınmaya çalışıyoruz. Eğer bu şehir ile ilgili ön yargılarınız varsa evde bırakıp gelin deriz.
Almatı ismi Kazakça kökenli olup elma ile dolu anlamı vermektedir. Şehrin bulunduğu bölge tarih boyunca yabani elma ağaçları ile anılmaktadır.
Bozkır manzaralı, ufuk çizgisine kadar sarı bir toprak ve toz bulutlu yollardan sonra Almatı yemyeşil caddeleri ile karşıladı bizi. İlk iki gün kalacağımız yer şehir merkezinde olmasa da çok uzak değil. Ödemesini nakit kendi para birimleri Tenge olarak kabul ettiğinden ilk işimiz para bozdurmak oldu. Döviz büroları çok yaygın ve kurlar hemen hemen aynı. Kalacağımız yere gitmeden önce aracın yağını değiştirme zamanı geldiğinden bir serviste onu hallettik. Malzemeler bizden olmak üzere işçiliğe 400 TL bile ödemedik, bu fiyata bizde aracı bile yıkatamayız.
Kaldığımız yerin sahibi kadın bir süre Türkiye’de yaşamış az da olsa Türkçesi var ve anlaşmak kolay oldu. Kazak Türkçesi, Türkçe’ye benziyor mu? Açıkcası geçtiğimiz bölgelerde duyduklarımızı biz benzetemedik. Sadece rakamlar aynı. Ama yazılı metinlerde Türkçe kelimeler daha rahat yakalanabiliyor.
Akşam üzeri Ayfer’in Allianz Sigorta’dan arkadaşı Umut ile buluştuk. Sağ olsun bizi kaldığımız yerden aldı önce yemeğe götürüp Kazak mutfağının lezzetlerini denetti ve arkasından da kısa şehir tanıtımı ve gezisi yaptırdı. Özellikle araç trafiğine kapalı caddesi sokak müzisyenleri ile çok canlı. Umut 18 yıl önce Almatı’ya taşındı ve aradan bu kadar uzun geçen süreye rağmen aynı samimiyet ile karşılanmak çok iyi geldi. Sohbet sohbeti açtı ve zamanın nasıl akıp gittiğini anlamadık. Ayrıca Kazakistan hakkında bilgi vererek içimizi rahatlattı. Buradan kendisine bir kez daha teşekkür ederiz.
60. Gün Almatı
Bugün havanın hiç tadı yok. Çamaşırlarımızı yıkayıp dinlenmek için bize de bahane oldu. Kiraladığımız yerin hem mutfağının hem de çamaşır makinasının olması uzun gezilerde süper oluyor. Biraz şehir dışında kaldığımız için Almatı’nın şehir merkezi dışında kalan yerleri de görme fırsatımız oldu. Akşam üzeri yağmur durunca market alışverişimizi yaptık. En küçük alakasız yerlerdeki marketlerde bile özellikle Halley ve Albeni ürünlerini görmek şaşırttı, burada bayağı tutulmuşlar. Bugünkü dinlenme hem bedenimize hem de ruhumuza çok iyi geldi.
61. Gün Almatı
Bugün şehir merkezine daha yakın bir otele geçerek şehri yürüyerek gezmeyi planlıyoruz. Kalacağımız yere gitmeden önce daha uzakta olduğu için 2024 yılında Atamızın adının verildiği Mustafa Kemal Atatürk Parkına uğradık. Ama aracı park edecek yer bulamayınca uzaktan görmekle yetindik. Buradan First President Park’a geçtik. Bu gidişle şehirde park park gezeceğiz. Daha fazla oyalanmayıp kalacağımız yere geçtik ama erken geldiğimiz için odamız henüz hazır değil. Aracı otoparklarına bırakıp istediğimiz saatte gelebileceğimizi söyleyince biz de öyle yaptık. O zaman geziye devam.
Trans-İli Alatau dağlarının eteklerinde yer alan şehir; ülkenin finans ve kültür merkezidir. Ayrıca eski başkent en büyük ve kalabalık şehri ama rahatsız edici boyutta değil. Geniş caddelerine rağmen trafiği fena değil ve şehir merkezinde otopark biraz sıkıntılı, toplu taşıma ağları çok geniş tercih edilebilir. Şehirde yürüyerek dolaşmak ise çok keyifli, hava sıcak olmasına rağmen ağaçlı yolların arasında hiç hissetmeden dolaşabiliyorsunuz. Taksi için, YandexGo uygulamasını indirecek olursanız iyi olur, ayrıca taksi ücretleri de Türkiye’ye göre daha uygun.
Yürüyerek nereden başlayacağımızı bilemedik. Zaten yürürken görelim dediğimiz yerler de bir bir önümüze çıkıyor. Şık binası ile Abay Devlet Akademik Opera ve Balesi; ismini Kazak şair, besteci, filozof Abay Kubanbayoğlu’ndan alıyor. (Semey’de de müzesi var.)
28 Panfilov Muhafızları Parkı; II. Dünya Savaşı sırasında Moskova Muharebesi’nde öldüğü söylenen Kızıl Ordu’nun Alma-Ata piyade biriminden 28 askeri onurlandırıyor. Ayrıca tüm şehit askerlerin anısına sonsuz bir ateş yanıyor. Parktaki en etkileyici yer ise renkli ahşap mimarisi ile Zenkov Katedrali (Voznesensk Katedrali). Hiç çivi kullanılmadan yapılan ahşap katedralin içi de gösterişli. Hemen yakınında da ilginç bir müze var. Müzik Enstrümanları Müzesi; geleneksel Kazak ve dünyanın çeşitli ülkelerinden farklı müzik aletlerinin sergilendiği özel bir müze ve görülmeye değer.
Bir diğer müze ise şehrin Tunç Çağı’ndan günümüze kadar olan tarihini anlatan Almaty Müzesi. Cumhuriyet Meydanı ve Bağımsızlık Anıtı da bir diğer durağımız oldu. Anıt; Kazakistan’ın bağımsızlığını onurlandıran, üstünde kanatlı bir leoparla altın bir savaşçının bulunduğu, göğe yükselen bir dikilitaş. Bize çok da anlam ifade etmedi.
Merkez Devlet Müzesi ise; Kazakistan’ın tarihi ve kültürü hakkında bilgi edinebilecek bir müze ama İngilizce açıklamaların olmadığını okuyunca gitmekten vazgeçtik.
Akşamımız Sevgili Özhan ve Levent’in keyifli sohbeti ile harika geçti. Bizi ağırlayıp yol deneyimlerini paylaştıkları için tekrar çok teşekkürler
62. Gün Almatı
Bugün yine yürüyerek şehri dolaşmaya devam. Yarın şehirden ayrılacağımızı Umut’a haber verelim diye aramızda konuşurken Umut ve ortağı Uğur’a denk gelmek. Yok artık nasıl tesadüftür dedirtti. Onlar da aralarında haber çıkmadı ne zaman ayrılacaklar diye konuşuyorlarmış. Sağ olsunlar şirketlerinin yakınındaki Türk restoranına öğle yemeğine götürmeden bırakmadılar bizi. Afiyet-Elit Et Mangal restoranın özellikle saç tavası iyiydi, ayrıca peynir, zeytin gibi bazı Türk marka ürünler de satılıyor.
Yemeğin ve çayın üstüne yürüyüş iyi gelir diyerek Green Bazaar (Yeşil Pazar)’a araç trafiğine kapalı Arbat Almaty üzerinden yürüdük. Bu geleneksel pazarda sebze-meyveden et ve baharata kadar her tür besin maddesi satılıyor. Burası sadece gıda üzerine ama etrafında kılık kıyafetten her tür malzemenin satıldığı yerler var. Bu kadar yaklaşmışken şehrin Merkez Cami’sini de görelim dedik ama yollar kazılmış berbat durumdaydı. Caminin üzerindeki beş kenarlı mihrap öne çıkmaktadır. Ve kubbeleri altın varakla kaplıymış bize çok özel gelmese de buraya kadar gelmişken fotoğraflayıp ayrıldık.
Şehirleri yürüyerek gezmeyi sevsek de arada toplu taşımalarını deneyimlemek de güzel oluyor. Abay Meydanına otobüs ile gitmeyi tercih ettik. Otobüslerde ister nakit isterseniz uygulamaları üzerinden ödeme yapılabiliyor. Ücreti 120 Tenge ve 10 TL bile yapmıyor. Yalnız bozuk paranız yoksa para üstü veremiyorlar aklınızda olsun. Ülke genelinde nakit paradan çok Kaspi uygulaması yaygın, para yüklenip karekod ile ödeniyor. Hatta sokak müzisyenleri bile bu uygulama üzerinden bahşiş kabul ediyorlar.
Teleferik ile çıkılan Kok Tobe parktan panoramik şehir manzarası izlenebiliyor. Hava hem kapayıp hem de uzun kuyruk olunca çıkmadık. Gün batımında güzel olabilir. Onun yerine keyifli kahvecilerinden birinde oturup etrafı izlemeyi tercih ettik. Dönüş yolunda da Irısh Pub’ın önünden geçerken ortamı hoşumuza gidince düşünmeden girdik. Biralarımızı yudumlarken başlayan sağanak yağmur ne kadar doğru karar verdiğimizi sanki doğruluyordu. Biralarımız bittiğinde yağmur da durmuştu. Yarın yeniden doğa ile buluşma zamanı.
63. Gün Almatı’den Ayrılış
4 gece kaldığımız parkları, yeşilliği, temizliği, modernliği ile bizi şaşırtan güzel şehir Almatı’dan ayrılma vakti gelmişti. Sabah market alışverişlerimizi yapıp yeniden doğa ile kucaklaşmak üzere çıktık yola. Kazakistan’ın gezilmesi en keyifli bölgesi Almatı ve çevresi. Dağlar, ormanlar, göller ve kanyonları ile doğa harikası yerler bizi bekliyor.
Almatı’dan çıktık daha 10 dakika geçmişti ki buzdolabımızı besleyen akünün şarj olmadığını fark ettik. İlk defa başımıza gelmediği için sigortasından kaynaklı olacağını düşündük ve ilk iş onu kontrol etmek oldu. Sağ olsun Özhan İzmir’den gelirken yedek getirmişti ve buluştuğumuzda da vermişti. Sanki sigorta onu bekledi 🙂 Değiştirip şarj olmaya başladığına göre yola devam…
Almatı’nin çıkışındaki Konaev civarı casino cenneti, bi Las Vegas olmasa da casinoları özendiren ve club reklamları ile tam bir ironi ülkesisin Kazakistan. Alkol içmeyi müslümanlığa yakıştırmayıp rüşveti yakıştırıp, kumarı özendirmek. Neyse biz gezimize bakalım…
Ili nehri vadisindeki Tanbaly Tas (veya Tamgaly) Petroglifleri’ni görmeye gittik. Tanbaly Tas, XVII-XVIII yüzyıllarda yapılmış bir Lamaizm anıtıdır. 1677-1771 yılları arasında var olan Oiratların açık hava tapınağıdır. Kayaların üzerine çizilmiş budha sembolleri ve daha ilerisindeki kayalarda da çeşitli hayvan figürleri ve yazılar var. Giriş ücreti araçla 3000 Tenge.
Buradaki ziyaretimiz bittikten sonra Altın Emel Milli Parkı’na doğru devam ettik. Parkın girişi ile bilet alınan ofislerinin yeri ayrı. Parka giriş saatini kaçıracağımız için ertesi gün için konaklamalı biletimizi alıp geceyi geçirmek üzere Caravansarai kamp alanına geçtik. Kendi karavanınızda veya çadırınızda kalabileceğiniz gibi onların da karavan ve farklı konaklama seçenekleri var. Araç üstü çadır iki kişi için 12.000 Tenge ödedik. Kazakistan için biraz yüksek geldi ama alternatifi de fazla yok. Yer temiz, restoranları var. Yanında da ufak bir marketin olması iyi oldu zira bölgede hiçbir şey yok. Neyseki bildiğimiz için alışverişimizi önden yapmıştık.
64. Gün ALTYN EMEL MİLLİ PARKI
Altyn Emel Milli Parkı, Kazakistan’ın en güzel milli parklarından biridir. Bu geniş alan, sıradağlar, volkanik kaya oluşumları, antik petroglifler, Saka mezar höyükleri ve şarkı söyleyen kumulları içerir. Tarih ve doğayı bir araya getiren Kazakistan’ın nadir güzellikteki yeridir. Ayrıca UNESCO biyosfer rezervi uluslararası statüsüne sahiptir. Parkın içinde üç ayrı rota var, belirledikleri noktalarda da kamp yapılabiliyor ve izin almak gerekiyor. Bilet alırken hangi kamp alanında kalacağınızı seçiyorsunuz ve izin belgesinin üstüne yazıyorlar.
Biz Basshi kasabasının yakınlarındaki kuzey girişinden izin ve biletimizi aldık. Buradaki ofisten sadece 1. ve 3. rotaya bilet alınabiliyor. Erken demir çağına ait ve Saka mezar höyüklerini, petroglifleri içeren 2. rotanın bilet satışı buradan yapılmıyor. Maalesef bilgi konusunda eksikler, görevliler de İngilizce bilmiyor. Bu rotanın bileti Shengeldy kasabasından alınıyormuş.
Sabah erken saatte ve araç ile gelecek olursanız 1. ve 3. rota aynı gün rahatlıkla yapılabilir ama ortamın da tadına varayım derseniz bir gece kalmakta fayda var. Biz de gece parkta konaklamayı tercih ettik. Kamp alanını seçerken daha yeşil bölgesini seçmek iyi olacaktır. Yoksa yazın güneş altında hiç de keyifli olmaz. Ayrıca çöl farelerinin de olduğunu ve yuvalarına dikkat etmek gerektiğini unutmamak lazım.
Yaban hayatı ile de etkileyici bir park. Dünyada vahşi atları ve eşekleri doğal ortamlarında görebileceğiniz nadir yerlerden biridir.
Parkın en etkileyici bölümlerinden,
3. rotayı içeren Aktau ve Katutau Dağları birbirlerine yakın sayılır. Aktau tek yön yaklaşık 75 km; çakıllı toprak, tozlu ve ondüle yol (artı Katutau dağlarına yaklaşık 25 km ve yolun en kötü kısmı bu bölüm) 3-4 saatte yapılabiliyor. Aktau ve Katutau dağlarında hiç su kaynağı yok, yanınıza su almayı unutmayın. Ayrıca parkta neredeyse hiç mobil kapsama yok.
İlk önce 700 yıllık söğüt ağacının olduğu yere gittik. Burada kamp da yapılabiliyor. Yeşil ve korunaklı olduğu için iyi. Çölün ortasındaki bu yeşil vahada devasa antik söğüt ağaçları var. Buradan 3. Rotaya doğru devam ettik.
Rota 3: Katutau ve Aktau Dağları;
Katutau Dağları, Altyn-Emel’deki en büyük ve en yüksek çöl dağlarıdır.
Eski bir yanardağ patlamasının kalıntılarıdır. Koyu kırmızı renkten katılaşmış lavlar farklı şekiller oluşturmuştur. Jeologlar, Permiyen devrine ait bu volkanik dağların lav, tüf, riyolit, dasit, volkanik taş ve bazalttan oluştuğunu ileri sürüyorlar. Katutau, genellikle Aktau Dağları’na giderken veya dönerken ziyaret edilir. Biz de giderken uğradık, fotoğraf çekmek için keyifli bir yer. Kamp burada yapılmıyor.
Aktau Dağları (Beyaz Dağlar); kurumuş eski bir okyanusun tabanında bulunan ve adını kayaların ana rengi olan beyazdan alan eşsiz bir jeolojik oluşumdur. Dağların 25-30 milyon yaşında olduğu tahmin ediliyor. Rivayete göre; dağlar, dinozorlar çağında Tetis adlı eski okyanusun bulunduğu yerde ortaya çıkmıştır. Çeşitli renklerdeki tortul kayaçlar, zamanla burada güzel geçitler ve kanyonlar oluşturmuştur. Her biri keşfedilmesi ilginç, uzun bir labirent gibiler. Dağ yüzeyinde neredeyse hiç bitki örtüsü yok, sadece çakıl taşlarının seyrek olduğu yerlerde tek tük saksaul çalıları vardır. Verimli olmayan topraklarda, su kaynakları da yok.
Uçsuz bucaksız çölün fonunda, rengarenk Aktau Dağları, sizi Mars’ta bir film karesinde gibi hissettirecek fantastik manzaralara ev sahipliği yapıyor. Ayrıca Aktau dağlarında antik bitki ve hayvan iskeleti (Senozoyik’in farklı dönemlerinde, yaklaşık 50 milyon yıl önce yaşamış) kalıntıları da keşfedilmiştir. Jeoloji ve paleontoloji meraklıları için; burası harika bir açık hava müzesidir. Yürüyüş, bisiklet, fotoğraf veya gözlem ne amaçla gelirseniz gelin yanınızda yeterli su ve yiyecek getirmeyi unutmayın. Özellikle gün doğumu veya gün batımı tavsiye ediliyor ama bunun için gece burada konaklamak lazım. Açık alan olduğu için yaz sıcağında burada kamp yapmayı tercih etmedik.
Rota 1; Şarkı Söyleyen Kumul (The Singing Dune) tek yön yaklaşık 50 km ve toprak yoldan gidiliyor. Tozlu, ondüle yol çok titreşimli. Kumul özellikle gün batımında güzel oluyor. 150 metre yüksekliğinde ve 3 km boyunca uzanan incecik kumlar, iki dağ eteğinin birleşme noktasındaki sert rüzgarlar sebebiyle oluşmuş ve her yıl büyümeye devam ediyormuş. Kumların içinden geçen rüzgar, jet uçağı motor sesi gibi ilginç sesler çıkardığı için şarkı söyleyen kum tepeleri diye anılıyor. Kum içinde kalsanız da tepesine kadar çıkmak keyifli. Gece konaklama ve kamp yapmak burada yasak. En yakın kamp alanı, kumuldan 10 km uzaklıktaki Mynbulak kamp alanı. Geceyi biz de burada geçirdik, sakin bir yer. Piknik alanı ve su da var.
Maalesef 2. rotanın bilgisini geç öğrendiğimiz için yapamadık.
65. Gün Charyn Kanyonu Milli Parkı
“Altın Üçgen” diye anılan; Altyn Emel Milli Parkı, Charyn (Şarın) Kanyonu Milli Parkı ve Kolsai (Kölsay) Gölleri Milli Parkı, Kazakistan’da görülmesi gereken doğa harikası yerlerin başında geliyor. Buraları eğer aracınız yoksa Almatı’den tur alınabileceği gibi araç kiralayarak da gezilebilir. Altyn Emel Milli Parkından başladığımız üçgene bugün de Charyn kanyondan devam edeceğiz.
Charyn Kanyonu Milli Parkı; kırmızı, kahverengi, sarı ve siyah renklerde tortul kayaların bulunduğu etkileyici bir yer. Milli Park, yaklaşık 150 km uzunluğunda ve Charyn (Sharyn) Nehri boyunca uzanıyor. Charyn Nehri ise Tanrı Dağları’nın eteklerinde güneybatıdan kuzeydoğuya doğru ilerliyor.
Park; tilkiler, tavşanlar, kartallar, sülünler,dağ keçileri, nesli tükenmekte olan gazelleler, yılanlar ve kertenkeleler gibi yaban hayatına da ev sahipliği yapmaktadır. Ayrıca 50’si son derece nadir 1000’den fazla bitki türüyle farklı bir bitki örtüsüne sahiptir. Ateş kırmızısı uçurumları, dev bir labirent gibi kıvrılıp büküldüğünden “Orta Asya’nın Grand Canyon’u (Büyük Kanyonu)” diye anılır.
Kanyon, yaklaşık 12 milyon yıl önce, doğal aşınma ve erozyon süreçleriyle oluşmuştur. Rüzgâr, yağmur ve Charyn Nehri’nin akışı, mineraller bakımından zengin olan kayaları yavaş yavaş bugünkü dramatik şekillerine dönüştürdü.
Kayalar yaklaşık 50 kilometre boyunca Charyn nehrini takip ediyor ve bazı yerlerde duvarlar 300 metreye kadar yükseliyor.
Kanyon içine yaklaşık 260 basamak ile iniliyor. 2.7 km uzunluğundaki yürüyüş parkurun sonunda Charyn (Sharyn) Nehir kenarına geliniyor. Kanyonun en ünlü ve en çok fotoğraflanan bölümü Kaleler Vadisi’dir. Kırmızı ve altın rengi kumtaşı oluşumları eski kaleleri, kapıları ve gözetleme kulelerini andırır. Yürümek istemeyenler için minibüsler de var. Parkurun sonundaki yemyeşil orman, yarı çölde bir yeşil vaha gibi önünüze çıkıyor ve nehir boyunca 25 km uzanıyor. Burada yer çadırı yapmak serbest ve piknik masaları da var.
Parkın girişindeki otopark bölgesinde de kalmaya izin veriliyor. Ayrıca park girişinde bungalov, yurtlar ve kafe var. Vadinin içinde gezdikten sonra bir de kanyonu yukarıdan izleyebileceğiniz manzara izleme noktaları da var. 1.7 km uzunluğundaki parkurda yürüyüş de keyifli. Parkın giriş ücreti; araç ile 2950 Tenge. Geceyi burada geçirip yarın sabah Kaindy ve Kolsai Gölleri’nin yer aldığı milli parka doğru devam edeceğiz.
Gökyüzü yine muhteşem, ortamda hiç ışık olmadığı için Samanyolu dahil izlenebiliyor.
66. Gün Kaindy Gölü – Kolsai Gölleri Milli Parkı
Kaindy Gölü de Kolsai Gölleri Milli Parkı’nın bir parçasıdır. Dün akşam Charyn kanyonda rüzgarlı geçen gecenin ardından sabah bu tarafa doğru yola çıktık. Yol üzerinde önce Moon Canyon sonra Black Canyon’a uğrayıp fotoğraf çektik. Göller bölgesine gelmeden önce pasaport kontrolü yapılıyor. Kırgızistan sınırına o kadar yaklaşılıyor ki kontroller büyük olasılıkla bu yüzden.
Saty kasabasına geldiğimizde önce Kolsai göllerine mi yoksa Kaindy gölüne mi gitsek diye karasız kalsak da önce Kaindy’e gitmeye karar verdik. İyi ki de öyle yapmışız normalde her iki tarafta da kamp yapılmasına izin veriliyor diye okumuştuk. Ama bilet ofisindeki görevli burada yapılmadığını Kolsai’de yapabileceğimizi söyledi. Türkiye’den geldiğimizi öğrenince çok da sıcak karşıladı. Alınan bilet, milli parkın geneli için ve Kolsai Gölü’nün girişinde de sorulduğu için bileti sakın atmayın. Araçla giriş ücreti 3.000 Tenge.
Bilet ofisinden gölün otoparkına 12 km kadar yol çok kötü ve iki su geçişi var. Meğerse girişte minibüsler varmış kendi aracınız yerine onlara binmenizi tavsiye ederiz. Yağmur eşliğinde geldiğimiz göle, otoparkına aracı bırakmamız ile yağmur yeniden şiddetlendi. Gölün olduğu yere ya patika yolu takip edip yürüyerek ya da atla gitmek mümkün. Ayrıca yine yürüyüş ve minibüs ile gidilen bir yol daha var. Patika yoldan gidenleri görünce yağmurluklarımızı giyip biz de takıldık peşlerine, yaklaşık 40 dakikalık bir yürüyüşle vardık göle. Dönüşte ise diğer yolu kullandık, hem daha kısa hem de konforluymuş. En azından at pisliği yok.
Kazakistan’ın doğal harikalarından biri olan bu göl, gerçeküstü güzelliği ve eşsiz ekosistemi ile ünlüdür. Turkuaz renkli suyundan yükselen ladin ağaçlarının ince gövdelerinden dolayı “Ölü Göl” olarak da bilinir. Kaindy Gölü‘nün Sualtı Ormanı, deniz seviyesinden yaklaşık 2.000 metre yükseklikte Tian Shan Dağları’nda (Tanrı Dağları), Chon-Urekty vadisinde yer almaktadır.
Göl, 1911 yılında bir heyelan yaratan ve vadiyi kapatan bir depremden sonra oluşmuş. Ağaçlar ve bitkiler sular altında kalmış ve gövdesi kristal berrak sudan çıkan ladin ağaçları günümüzde burayı fotoğrafçılar, doğaseverler için eşsiz bir yer haline getirmiş. Ayrıca ağaçların dalları ve iğneleri, hâlâ suyun içinde sağlam bir şekilde duruyormuş. Gölün büyülü sualtı dünyasını keşfetmek için dalış yapmak mümkün ama bunun için dalış sertifikası ve yerel yetkililerden izin almak gerekiyormuş.
Kaindy Gölü’nün uzunluğu sadece 400 metre ve derinliği de yaklaşık 30 metre, Kolsai Gölleri’nden çok daha küçük ve sığ olmasına rağmen daha fotojenik. Buradan Kolsai göllerinin aşağı-lower (Nizhny Kolsai) olanına geçip nehir kenarında kamp yapmaya karar verdik. Girişte sadece bileti göstermemiz yeterli geldi. Otoparklarının olduğu bölgede, restoranlar, kafeler ve kamp harici konaklama seçenekleri de var.
67. Gün Kolsai Gölleri
Aşağı, ortanca ve yukarı diye 3 ayrı gölün birleşimi olan Kolsai Gölleri sunduğu eşsiz manzarası ve huzuru ile Kazakistan’ın incilerinden biridir.
Kolsai gölleri, 1887 yılında deprem sonucu oluşan heyelanlar nedeniyle oluşmuşlardır. Kolsai’nin 3 alpin gölü, ormanlarla çevrili berrak, pırıl pırıl buz gibi mavi sular vaat ediyor.
Kaindy ve Kolsai gölleri milli parkın sadece küçük bir kısmını oluşturuyor. Parkın eşsiz bitki örtüsü ve hayvanlarını korumak için %80’lik bölümü turizme kapalı ve sıkı koruma altındadır.
Dün gece Samanyolu’nun üstümüzü örttüğü nehir kıyısındaki kamp alanında huzurla gözlerimizi açıp kahvaltı sonrası göller gezimize başladık.
Üç gölün, en çok gezileni ulaşımının kolaylığından dolayı Aşağı Kolsai Gölü. Otoparkların olduğu yerden minibüsler de var. Yürüyüş mesafesi kısa olsa da yokuş iniş ve çıkışı olduğu için alışkın olmayanları, yaşlıları zorlayabilir. Bir bölümünde geniş basamaklar da var.
Aşağı Kolsay Gölü; 1800 metre yükseklikte, 1520 metre uzunluğunda ve yaklaşık 222 metre genişliğinde, derinliği 40 metredir. Bu gölde tekne gezintisi yapmak mümkün. Yürüyüş yapamayanlar için ayrıca keyifli olacaktır.
Ortanca Kolsai; deniz seviyesinden 2280 metre yüksekliktedir. Lokaller bu göle Mynzhylky (1000 atlar) diyorlar. Uzunluğu 1180 metre, genişliği 298 metre ve derinliği 57 metre olan gölün ulaşımı biraz zahmetli. Ama yol boyunca manzaraları efsane. Birbirine yakın biri yürüyüş diğeri at yolu olmak üzere iki dar patika yol var. Ama ara ara birbirlerine karışıyorlar. Yağan yağmur suları gölge yerlerde henüz kurumadığı için ara ara balçık içinde gitmemiz gerekti. Özellikle son 1,5 km’de, yaklaşık 300-400 metrelik tırmanış epey zorlayıcı. Tek yön 8 km’lik parkur genel olarak orta seviyede bir yürüyüş rotası olsa da antrenmanlı değilseniz zorlayabilir.
Ortanca gölde kamp yapmak serbest ama o kadar eşya ile yürümek zahmetli olacaktır. Onun yerine çekinmezseniz at sırtında gelmek tercih edilebilir. Buz gibi sularında serinleyebilirsiniz, biz ayaklarımızı sokmakla yetindik. 3,5 saatte vardığımız gölden 3 saatte geri döndük. Yanınızda yeterli su ve yiyecek getirmeyi unutmayın. Uzun yürüyüşlere alışkın olsak da bu tarz tırmanışlı bir yürüyüş için antrenmanlı değildik, biraz yorucu olsa da çok keyif aldık. Bugün de dün gece kaldığımız yerin hemen yan tarafına kurulduk. Samanyolunu net görebildiğimiz enfes bir kamp akşamı daha bizi bekliyordu.
Yukarı Kolsai’ye gelince deniz seviyesinden 2650 metre yükseklikteki göle, ortanca gölden sonra 6 km’lik zorlu bir tırmanış ile ulaşılıyormuş ama şimdilik gidilmesine izin verilmiyor. Ayrıca Sary-Bulak Geçidi’nin (3278 m) diğer tarafında 4. bir göl daha var. Bu geçit Kırgızistan sınırını belirliyor ve şimdilik sınır ötesi yürüyüşler yasal değil. Bir gün izin verilecek olursa; eminiz en iyi yürüyüş rotalarından biri olacaktır…
68. Gün Tekes Şelalesi
Sabah kahvaltımızı yapıp enfes doğası ile tavsiye edilen Tekes Şelalesi’ne doğru yola çıktık. Buradan Kırgızistan sınırana da daha yakın olacağız. Yolda alışveriş için uğradığımız bakkal Türkiye’den geldiğimizi öğrenince bize Kazakistan çikolatası hediye etti. Biraz sert mizaçlı gözükseler de sınıra yaklaştıkça daha güler yüzlüler.
Şelalenin yolunun kötü olduğuna dair uyarılmıştık, zaten ulaşılması zahmetli olan yerler daha bakir ve görülmeye değer. O yüzden de şansımızı denemek istedik. Şelaleye giden yolun son 25 km’si toprak, yer yer zorlu olmayan su geçişleri, taş zemin, ve dik çıkışlar var. Bir taraftan yola konsantre olup bir taraftan da şarıldayan nehir sesinin eşliğinde enfes manzarayı izlemeye çalışıyorsunuz. Arada seyrek de olsa yurtlara ve atlılara denk gelerek şelaleye çok yaklaştık. Şelaleye 1 km kala şansımıza geçeceğimiz köprü maalesef çökmüş. Yandan dereye inişi görünce Onur bizim araç rahat iner diye düşünüyor ama rahat çıkar mı diye de emin olamıyor. İçimizdeki merak ağır basıp tabii ki karşı tarafa geçiyoruz. Konaklamak için yurtlar var ama kapalılar. 200-300 metre daha gidiyoruz ki yol bir kapı ile kapanmış, geçilmesine izin verilmiyor.
Baktık yapacak bir şey yok, geri dönelim belki sınır geçişine yetişiriz diyoruz. Evet, Onur’un düşündüğü başımıza geldi. İlk sefer derenin yanından çıkamayınca, deredeki tahta ve taşlarla çıkışı besledi ama ikinci deneme de başarısız. Sol taraf çok yumuşadığı için teker tutunamıyor. Dik olunca da hızlı gelinemiyor ayrıca dere derin olmasa da tabanı yumuşak. Ahşapları bu sefer yan bir şekilde altlarını taşlarla doldurup derenin bu bölümüne biraz daha taş koyarak 3. denemede aracı çıkarabildi. Neyse burada unutulup gitmeyeceğiz . Yanımıza palet almadığımıza pişman olsak da bir şekilde hallettik. Bu da bize ders oldu; ıssız yerde yanında başka araçlı biri yoksa; gözünün kesmediği yere cahil cesaretliği gösterip girmemek gerekiyor.
Şelaleyi göremesek de manzarası güzel bir yerde çay molası verdik. Manzaranın keyfini çıkararak aldığımız bugünkü dersle yola devam ettik. Akşam saat 19:30 gibi Kırgızistan sınırına yakın Karkara kasabasına ulaştık. Sınır kapandığı için ve etrafta da kalacak yer bulamayınca, cami avlusuna bırakılmış yavrular gibi Merkez Cami’nin önünde araçta konakladık.
Yarına yeni ülke yeni maceralar…Devamı Kırgızistan yazımızda…
Kazakistan’ın devamı ise Kazakistan yol notları 2. bölümde okuyabilirsiniz…

İlk Yorumu Siz Yapın