27.Gün Rusya’dan Moğolistan’a Geçiş
Ve büyük gün geldi, yeni ülke yeni maceralar bizi bekler… Ulan Ude’de kamp yaptığımız yerden vakitlice ayrıldık. Yol manzaraları benzer, Budist tapınakları yaygın Zagustayskiy Datsan ve Atsayskiy Datsan (Burada 1.Khambo Lama Damba Darja Zayaev aydınlanmaya ulaşmış. Şu anda Atsai datsan ve Tibet tıbbi teknolojisi kullanılarak ilaç üretimi yapılan Rusya’nın tek tıbbi bitkiler bahçesi inşa ediliyormuş.) uzaktan hoşumuza gidince buralarda durduk. Bir noktadan sonra daha fazla ibadet yerlerinin içine girmek anlamsızlaşıyor. Gusinoye gölünün kıyıları kamp yapmak için hoş duruyordu. Sınıra yaklaştıkça yol kalitesi bozulmaya başladı. Bir taraftan da çukurlara yama yapılıyordu. Son kilometrelerde yolun kalitesi tekrar düzeliyor.
Rusya’dan çıkış işlemlerimiz 1,5 saatte bitti. Araç içindeki eşyaları çıkartıp çantalar kontrol edilip ayrıca araç içine video çekimi yapılarak bakıldı. Şüpheli bir şey görmedikleri için pasaport çıkış bölümüne yönlendirdiler. Rusya’ya giriş sırasında verilen formlar da geri alındı.
Moğolistan’a geçiş işlemleri de 50 dakika sürdü. Araçtan sadece bavulları çıkarttırıp pasaport işlemlerinin yapıldığı binada X-ray den geçildi. Pasaportlara giriş damgasını burada vurdular. Araç için iki form doldurduk ve gümrük görevlisi aracı kabaca arayıp formları kaşeleyip bize geri verdiler. Formlar Moğolca dolduruluyor ve yardımcı olmadılar. Gümrükten çıktıktan sonra hemen döviz bozan kadınlar etrafınızını sarıyor.
Banka bulup bozdurma şansımız olmadığı için az bir miktar dolar bozdurduk. (1 dolar 3.500 Tugrik, bankada 3.575 civarı) İyi ki de bozdurmuşuz, çıkıştaki bariyerin ne için olduğunu anlamaya çalışırken sağdaki binanın araç sigortası yaptırmak için olduğunu fark ettik. Bir aylık bizim araç için 103.000 Tugrik istediler. Bariyer de açıldı.
Ulanbatur’a yolumuz uzun olunca Moğolların yaptığı gibi biz de onların kaldığı yerlerden birinde açtık çadırımızı. Burayı da sevdik, kamp çok yaygın herkes her yere çadır kuruyor. Bizden sonra da çok araç geldi. Yalnız değişik uçuşan böcekler var ve üstünüze yapışıp kalıyorlar. Neyseki hava iyice kararınca onlar da uykuya çekildiler. Ve biz de uçsuz bucaksız gökyüzünü izleyebildik…
İlk gözlemlerimiz; Moğol kadınları ve çocukları ne kadar sıcaksa erkekleri mesafeli ve soğuklar. Trafikte inanılmaz kötüler, yollar bozuk, otoban adı altında ara ara 1000-2000 Tugrik alıyorlar bazılarında gişe de yok. Ülkeye girer girmez bir anda trafik yoğunlaşıp hızı 10 km’e düşür levhasını görünce anlam veremedik, polis çevirmesi zannettik, meğerse gişesi olmayan otoban geçişiymiş, verdik 1000 Tugrik yola devam… (1TL 88,6002 Tugrik-MNT)
28.Gün Töv-Ulan Batur Arası
Kamp yaptığımız Töv’den Ulan Batur’a bozkırların içinde yol alarak yaklaşık 2,5 saatte geldik. Meşhur trafiği ile ün salmış başkent şansımıza bizi sakin karşıladı:) Moğolistan’ın en önemli festivallerinden olan “Naadam festivali” bitmiş hem şehirdeki turist kalabalığı azalmış hem de bu dönem tatil olduğu için şehir boşalmış ve yerel halkı da henüz dönmemişti.
Geleneksel göçebe hayatla yüksek binaları, müzeleri, kafeleri, restoranları ile modern hayatın birleştiği şehir, hem itici hem de enteresan bir şekilde sizi içine çekiyor.
Aracımızı Gandantegchinlen (kısaca Gandan da deniliyor) manastır kompleksine yakın park edip şehri dolaşmaya buradan başladık. Kompleks; Zanabazar Budist Üniversitesi, Avalokiteshvara’ya saygı ve ibadet için üç tapınak, üç Budist Felsefe Koleji, Tıp ve Astroloji Koleji ve iki Tantrik Kolejinden oluşmaktadır. Günümüzde Gandantegchinlen Manastırı’nda 150’den fazla rahip yaşıyor. Burada, insanları Hakikat’e götüren bir bilge olan Megjid-Janraiseg’in 26.5 metre yüksekliğindeki heykeli bulunuyor. Çok sayıda değerli taşla kaplı bu heykel merhameti temsil ediyormuş.
Görmek isterseniz 20.000 Tugrik giriş ücreti var, kompleksin geri kalanını ücretsiz dolaşabiliyorsunuz. İçlerinde fotoğraf çekmek yasak. Daha sonra Moğolistan’ın son kralı ve 8. ruhani lideri Bogd Jebtsundamba (Bogd Han olarak da bilinir) ve Kraliçe Dondovdulam’ın 20 yıl yaşadığı 1900’lerden kalma sarayını dolaştık. Bogd Han Kış Sarayı Müzesi; budist sanatını, kraliyet eserlerini ve eşsiz hediyeleri sergileyen altı tapınağın bulunduğu bir kompleks. Giriş ücreti 15.000 Tugrik ve bina içlerinde fotoğraf çekimi yasak.
Şehir gezisini bugün kısa tutup kalacağımız yere yakın bir yerde aracın yağ değişimini yaptırdık. Gece River Point Lodge’ın arazisinde çadırımızda kalacağız. Tatil dolasıyla elemanları olmadığından restoranları kapalı ama mutfaklarını kullanmamıza izin verdiler. Bizden başka bir Moğol aile daha kalıyor. İstanbul’a gelmişler, biraz sohbet ettik. Onlar bize çikolata ikramında biz de yanımızdaki hediyelik eşyalardan verdik. Gerlerde konaklama yapılan tesisin ortamı keyifli.
Ülkede trafik soldan aksa da direksiyonu sağda olan araç sayısı fazla. Trafiğin keşmekeş olmasında kalabalık olması kadar etkili. Araç piyasasını Japonya kapmış, eski olduğu kadar inanılmaz lüks araçlar da var.
29.Gün Ulan Batur
Şehir gezimize bugün bizim için en anlamlı yerlerden birinde Mustafa Kemal Atatürk Okulu’ndan başlıyoruz. Evet, yanlış okumadınız Moğolistan’ın başkentinde Atamızın adının verildiği bir okul var.
2008 yılında Orhun Müzesi açıldığında Ulan Batur’daki 1957 yılında yapılmış okula “Mustafa Kemal Atatürk” adı verilip bahçesine bir de büstü dikildi. Okulun önünden geçen caddenin adı da ’Ankara’ olarak değiştirildi. Okulun içinde de Atamızın büstünün olduğu bir Atatürk köşesi var. Eğitim dönemi olmadığı için okul kapalı ama şansımıza kapısı açık olunca biz de girip gezdik. Gururla, minnetle hem Atamıza hem silah arkadaşlarına hem de o dönemin kahraman halkına bir kez daha şükranlarımızı sunduk .
Ulan Batur’un anlamı Kızıl Kahraman’dır. Ülke nüfusunun neredeyse yarısının yaşadığı şehrin kalbi Sükhbaatar Meydanı’ndan (Cengiz Han Meydanı) devam… Kültürel ve politik tüm etkinlikler ve festivaller bu merkezi meydanda yapılıyormuş. Bizim de şansımıza araçlarla ilgili bir sergi vardı. Moğolistan’ın Çin’den bağımsızlığını ilan eden devrimci kahraman Damdin Sükhbaatar’ın atlı heykeli meydanın ortasında bütün ihtişamı ile dikkatleri üzerine çekiyor. Cengiz Han’ın taç giyme töreninin 800.yılı anısına 2006’da yapılmış büyük bir anıtı Parlamento Binasını taçlandırıyor. Ayrıca meydanın etrafında sanat galerisi, borsa binası, opera ve bale tiyatrosu yer almaktadır.
Gezmeyi düşündüğümüz, Cengiz Han Ulusal Müzesi’nin giriş ücretini öğrenince bir kez daha düşünmeye karar verdik. Çünkü hem İngilizce açıklama yok denecek kadar azmış hem de fotoğraf çekmek için giriş ücretinden daha fazla ücret istenmesi. (30.000 Tugrik giriş ücreti, ayrıca geçici sergi için 15.000 Tugrik ve fotoğraf çekmek için 50.000 Tugrik, kişi başı 1000 TL’den fazla yapıyor.) Onca ülke gezdik sıradan fotoğraf için ekstra ücret talep istendiğini ilk kez burada gördük. Moğolistan turistleri biraz yolunacak kaz gibi görüyor sanki .
Ulan Batur şehrinin en iyi panoramik manzarasını sunan Zaisan Tepesinde, Sovyet ve Moğol halklarının kardeşliği ve II. Dünya Savaşı’nda ölen Sovyet askerlerini onurlandıran bir anıt var. Saymadık ama tepeye 300 kadar basamakla çıkılıyor. Yakınındaki Buddha Park’ta 23 metre yüksekliğinde bir Buddha heykeli bulunuyor. Göreceklerimizi görmüş bilgileri de okuyup tepeden inerken yağmur başladı ve kendimizi arabaya zor attık. Sanki tropikal bir yerdeyiz, her yer sel oldu.
Ne yapalım derken en iyisi karnımızı doyuralım dedik. Gittiğimiz yerlerde illa ki Türk mutfağı aramasak da tavsiye üzerine Hürrem Sultan’a gitmeye karar verdik. Ve iyi ki de gelmişiz, sahiplerinden Sefa Bey, hem insan olarak çok iyi biri hem de yemekleri çok lezzetli çıktı. Tıka basa doyduğumuz gibi bir de yanımıza pastane bölümlerinden bir şeyler aldık ve onları da çok beğendik. Çay, kahve eşliğinde yapılan hoş sohbete daha sonra tekrar uğradığımızda devam etmek üzere restorandan ayrıldık.
Ulusal Drama Akademik Tiyatrosu’nun önünden geçerken her akşam saat 18:00’de gösterilerin olduğunu öğrendik ama saatini kaçırmıştık. Başka bir akşam gelmek üzere yolumuza devam ettik.
Bu gece de nehir kenarında Moğol ailelerin arasında çadırımızı açıp kamp yaptık. Maalesef kamp yapılan her alan çöp dolu, gördükçe içimiz sızlıyor. Güzelim doğalarını mahvediyorlar…
30.Gün Cengiz Han Atlı Heykel Kompleksi ve Gorkhi Terelj Milli Parkı-Moğolistan
Kamp yaptığımız yerden ayrılıp önce Moğolistan’ın simgelerinden biri olan Cengiz Han’ın atlı heykelinin olduğu kompleksi görmeye gittik. Ulan Batur’un 50 km doğusunda bozkırların üzerinde yükselen kompleks ülkede en çok ziyaret edilen yerlerin başında geliyor. Erken gittiğimiz halde kalabalık fena değildi. 250 ton paslanmaz çelikten yapılmış ve tabanı dahil 40 metre yüksekliği ile dünyanın en uzun atlı heykeli olma özeliğine sahiptir.
Heybetli heykelin ilk girişinde ziyaretçileri; Moğolistan’ın en büyük çizmesi karşılıyor. Spiral şeklindeki merdivenle üst kata çıkıp ister asansörle isterseniz merdivenle heykelin üstüne gözlem balkonuna çıkılıyor. Asansör sırasını beklememinizi tavsiye ederiz. Gözlem alanı çok küçük o yüzden panoramik etrafı izleyip bir iki fotoğraf çektikten sonra kalabalığın arasından sıyrılıp kaçmakta fayda var. Komplekste müze, kafe ve hediyelik eşya dükkanı mevcut. Ayrıca ücret karşılığı tarihi kostümlerle fotoğraf çektirme alanı yapmışlar. (Giriş ücreti 20.000 Tugrik.) Otoparkına yakın alanda develer ve kartallar ile fotoğraf çektirilen, istenirse binilen yerler var. Bizim ilgimizi çekmediği için fiyatlarını sormadık.
Cengiz Han hakkında ilginç bilgiler; Cengiz Han atalarının, bozkurt ile devetüyü karacanın birleşmesinden türediğine inanırdı. Orta Asya’nın sert ikliminde büyüdü; sekiz yaşında babası zehirlenerek öldürüldü, karısı esir alındı ve altı aylık kuşatma sonucu karısını kurtardı. Sonra Moğol İmparatoru olunca acımasız ve gaddar biri hâline geldi. Tarihte hiç savaş kaybetmemiş birkaç hükümdardan biridir. Kendini gökyüzünün altındaki tüm yerlerin komutanı olarak görüyordu…(Vakıfbank Kültür yayınlarından alıntıdır.)
Buradan sonra Tonyukuk yazıtının olduğu alana gittik. Müzesinin yapım çalışmaları devam ediyor. Yazıt kilitli bir depoda muhafaza ediliyor, maalesef açtıramadığımız için görme şansımız olmadı. Buradan kuzeye Gorkhi-Terelj Milli Parka geçtik. 2.920 km2’lik geniş bir alana yayılmış olmasına rağmen Moğolistan’ın en büyük 14.milli parkı olduğunu okuyunca şaşırdık. Kim bilir diğerleri nasıl…
1960 yılından beri etkileyici doğası, çeşitli figürlere benzetilen kaya oluşumları ve başkent Ulan Batur’a yakınlığı nedeniyle başlıca turistik yerlerden biri olmuş ve maalesef çok fazla tesis yapılmış. Kaya tırmanışı için uygun olan parkta özellikle Kaplumbağa (Melkhii Khad-en popüler olanı; başı önde giden bir kaplumbağaya benziyor) Mağara, Dua Eden Lama (Kitap Okuyan Yaşlı Adam Kayası diye de bilinir) ve Deve gibi isimlerini benzedikleri şekillerden alan kayalar en çok rağbet görenler. At veya deve kiralayarak da içinde gezilebilebilir.
Kaplumbağa kayasına yakın Ariyabal Meditasyon Tapınağı parkın daha sessiz bölgesinde yer alıyor. Tasarımı bir filin şeklini takip ediyor ve tapınağa giden 108 basamaklı merdiven filin hortumunu temsil ediyormuş.
Tuul Nehrinin içinden geçtiği parkın korunan alanının büyük kısmı nehrin kuzeyinde yer alıyor ve yamaçları ormanlık. Boz ayı, yaban domuzu, kızıl geyik, karaca, tilki ve kurt gibi hayvanlarla dolu. Ayrıca birkaç çeşit yırtıcı kuş türü de var. Parkın girişinden 80 km kadar kuzeyinde kalan Khagiin Khar gölünün ulaşımı zahmetli olunca gitmedik.
Akşam parkın içinde nehir kıyısında kamp yaptık. Yerimiz iyiydi, yıldızları keyifle izledik…
31.Gün Gorkhi Terelj Milli Parkı – Dalanzadgad Arası
Milli parkın içinde kaldığımız dere kenarında kahvaltımızı edip fazla oyalanmadan düştük yollara. Bugünkü yolumuz, kilometre olarak değil ama saat olarak uzun olacak. (600 kilometreyi bakalım kaç saatte gideceğiz) Şehirden uzaklaştıkça bozkırların sahibi sadece hayvanlar arada çok küçük yerleşim yerleri var. Kartallar gökyüzünde dans ediyorlar. Aklımıza Rusya-Olkhon Adası’nda müzede fotoğrafını çektiğimiz kel kartalın hikayesi geliyor. Yazının sonu “Kel kartalın başınızın üzerinde daireler çizmesi, hayatınızda sevinçli olaylar ve iyi değişimler anlamına gelir” diye bitiyordu. Umarız efsanesi doğrudur, blogda hikayesini yazarız 🙂
Zaman ve mekan algısının kaybolduğu topraklardayız…
Hiçliğin ortasında yolculuk ediyoruz derken yol kenarında karşımıza karpuz satanlar çıkıyor. Eh, durmadan olmaz yarım kesilmiş karpuzlardan birini kapıyoruz. Yol kalitesinin bozukluğuna rağmen (otoban deyip arada 1000-2000 Tugrik gibi cüzi rakamlar alınıyor olsa da) mavi ile yeşilin uyumu harika. Yolun kalitesi ara ara düzelir gibi oluyor ama rehavete kapılmamak lazım, zira arkasından hangi çukurdan kaçacağınızı bilemiyorsunuz. Ara ara yoldan çıkıp bozkırdan gitmeyi tercih eden gruplara biz de katılıyoruz. Herkes kafasına göre bir yol izini takip ediyor. Moğolistan kırsalının olmazsa olmaz manzaralarından aniden durup yolun kenarında ihtiyacını giderenlere artık iyice alıştık. Biz de yanımızda portatif tuvaletimizi taşımaya devam edelim :))
Gobi’ye yaklaştıkça yeşillik kendini sarıya bırakmaya başladı. Kartallar, develer, atlar, yaklar, koyun ve keçiler eşliğinde bir boşluğun biz de parçası olup Dalanzadgad’a ulaştık. Şehirden 40 km kadar ileride kamp yaptık. Gece ışıksız ortamda Samanyolu o kadar netti ki izlemeye doyamadık. Uzun süredir hayalini kurduğumuz ortama sonunda kavuşmuştuk. Keyifli gecenin sonu ise; şiddetli rüzgarın bizi uyandırıp çadırı nasıl topladığımızı bilemeden arabanın içine kaçmamız ile bitti :)) Ani hava değişimleri için uyarılmıştık, sadece ısı ve yağmura bakmayıp çadır açmadan önce rüzgarın da şiddettini kontrol etmeyi unutmamız gerektiğini bir kez daha hatırladık…
32.Gün Gobi Çölü-Moğolistan
Gecemiz maceralı geçmiş ve araç içinde bile beşik gibi sallayan rüzgar sabah sonunda sakinleşmişti. Gobi Çölü, “Moğolistan ve Çin’in geniş bölgelerine uzanan, 1.600 km doğudan batıya ve 500 ile 1.000 km arasında kuzeyden güneye uzanan, yaklaşık 1.3 milyon km’lik bir alana sahip, geniş bir çöldür. Okuduklarımız bile bizi heyecanlandırmaya yetiyor, böylesi müthiş bir coğrafyada bulunmak inanılmaz…
Gobi, Moğolcada susuz yer anlamına gelir ve ilk beklenti her yerin kumul tepeler ile kaplı olması olsa da Gobi’nin büyük kısmı engebeli çorak kayalardan oluşur. Moğolistan’ın en büyük milli parkı olan Gobi Gurvan Saikhan (Gobi’nin Üç Güzelleri) da çölün 27.000 km²’lik bir alanını kaplar. Parkta kuru vadiler, vahalar, Gobi Çölü kumulları, çakıllı ovalar, engebeli dağlar, tuzlu sulak alanlar gibi çeşitli ekosistemler bulunmaktadır. Park, 50’den fazla memeli hayvan türünü barındıran yaban hayatıyla da çeşitlilik göstermektedir.
En sevilen gözlemler arasında kar leoparı, Gobi ayısı, dağ keçisi, vaşak, sansar, argali koyunu, ceylan ve yaban kedisi sayılabilir. Ayrıca kuş gözlemcileri için de müthiş bir yerdir. Parkın sınırları içinde yaklaşık 5.000 göçebe yaşıyormuş, keçi ve koyun sürüleriyle geçiniyorlarmış. Çarpıcı manzaralara sahip, en el değmemiş kurak bu güzelliklere kendi aracınızla ulaşmak çok da kolay değil. Bölgeyi bilen deneyimli bir şöför ile gezmek veya yetişebilirseniz onu takip etmek daha mantıklı 🙂
O yüzden de birçok kişi turla gelip gerlerde kalarak bu bölgeyi geziyor. Bölgedeki en ünlü kumul tepesi Khongoryn Els.’dir. Rüzgarın kaldırdığı kum kütlelerinin melodisi uzun mesafelerden duyulduğu için “şarkı söyleyen kumlar”diye de anılıyor. Yalnız olunca bilmediğimiz bölgelere tek gitmemeye özen gösterdik. Milli parkın içinde yer alan Yol Am (Yolyn Am-Yolin Am) vadisi ulaşılabilen en kolay yeridir, biz de kolayı seçtik :)) Vadinin girişinde küçük bir müze var, girişi 5.000 Tugrik ama sergisini yetersiz bulduk. Vadinin girişi de ücretli ama biz çok erken gidince kapıları açıktı ve görevli de yoktu, çıkarken sorduğumuzda devam edebilirsiniz dedi..
Kanyonun başlangıcı yeşil çayırlarla kaplı ve yürüyüş parkuru zorlayıcı değil. Biraz ilerledikçe su geçişleri var, 2 km kadar olan alanı yürüyüş için tavsiye ediliyor. Bir 10 dakika daha yürünebileceğini ama yaban hayattan dolayı daha fazlasına izin verilmiyor. Biraz daha derinliklerine gidildiğinde buzul tabakaları görülebiliyormuş ama temmuz sonu olunca kalmamıştı. Kanyonda yürüyüş esnasında bölgeye has, nadir bulunan Argali cinsi yabani koyunu, Ibex dağ keçisi ve sakallı kartalları görme şansı var. Sıradağlarında ise nesli tükenmekte olan kar leoparları yaşıyor. Bu yolu isterseniz at kiralayarak da gidebilirsiniz.
Vadi içindeki gezimiz bittikten sonra araçla Bayandalai’ye doğru devam ettik. Özel bir şey görmeyince Dalanzadgad’a dönüp Gobi müzesini ziyaret etmeye karar verdik. Kasabada özel bir şey yok ama müze görülmeye değer. Giriş ücreti 20.000 Tugrik. Kuluçkaya yatmış bir dinazor ve yumurtaları Moğolistan’da bulunmuş. En az 70 milyon yıllık olduğu tahmin ediliyor. Bu buluşun üzerine bilim adamları, kuluçkaya yatma davranışının kuşlara dinazorlardan miras kaldığını söylüyorlar. Tarvosaurus, Saurolophus ve Gallimimus isimli 70 milyon yıllık dinazor iskeletleri de çok iyi durumda bulunmuş ve müthiş etkileyiciydi.
Dinazor iskeletlerinin bulunduğu kırmızı kaya oluşumlarına “Flaming Cliffs (Alevli Uçurumlar)” özellikle gün batımında gidilmesi tavsiye ediliyor. Biz de şansımızı deneyelim dedik ama gidilecek yolun belirsizliği ve başka giden araç görmeyince vaz geçtik. Bazı yerler de eksik kalsın değil mi…
Ulan Batur’a doğru geri dönüşe geçtik. Tüm yollar tek bir yola çıkıyor. Yol boyunca hayvan süreleri bizi yalnız bırakmadı. Hava kararmaya yakın Khovd kasabasında aracımızda geceledik.
33.Gün Gobi – Ulan Batur Arası, Moğolistan
Sabah yola çıkıp bu sefer doğanın sarıdan yeşile dönmesini izleyerek Ulan Batur’a geri döndük. Kırsalda yaygın olarak göçebe gerleri, atları ve baktıkları hayvanlar için ayrılmış çitli alanları ile küçük kominler var. Gündüzleri hayvanlar serbest ve her yere yayılıyorlar. Çobanlar ise modernleşmiş artık mobiletle peşlerindeler. Bu kocaman coğrafyada olsun o kadarcık. Yolda Türk kahvemizi yapmaktan da eksik kalmadık. Ulan Batur civarında çok fazla Carrefour var biz de bunlardan birinde boşalan buzdolabımızı doldurduk. Uğradığımız market çok büyük ve içinde kamp malzemeleri de dahil her şey satılıyor.
Moğolistan’da maalesef özellikle sebze yok denecek kadar az, var olan da pahalı. Fırın ve taze ekmek kültürünün olmaması bizim gibi hamursever millete uymuyor. Ah, nerede bizdeki fırından yeni çıkmış simit ve ekmeklerin kokusu derken; Carrefour’da karşımıza çıkması, sıcacık ekmeklerden iki tane kaptık 🙂 Alışverişimizi bitirip yine ilk kaldığımız River Guest house’ın bahçesine kurulduk. Yağmur başlayınca üstü kapalı terasına kendimizi attık. Tropik yağmur yarım saat kadar iyi indirdi. Ama arkasından çıkan gökkuşağı şovu ile kendini affettirdi. Kaldığımız yerin güzel taraflarından biri de çamaşır makinasının olması, birikmiş kirlilerimiz de tertemiz oldu. Bakalım sabaha kadar kuruyacaklar mı.
34.Gün Ulan Batur, Moğolistan
Sabah kahvaltı, kurumayan çamaşırları güneşe çıkarıp kurumasını bekleme ve aracı düzenleme derken öğleye doğru ancak kaldığımız yerden ayrılabildik. Önce meşhur pazarlarına bakalım dedik ama büyük hata olduğunu, muazzam kalabalığı görüp arabayı park edecek yer bulamayınca anladık. Atatürk okulunun orada park yeri bulunca bari müze ziyaretlerini yapalım dedik.
Cengiz Han Müzesi’ne tekrar baktık, ve fiyat-performans olarak düşününce girmemeye karar verdik. Buradan 1924 yılında kurulmuş olan Moğolistan Ulusal Müzesine geçtik. Müzenin koleksiyonunda, Taş Devri ve Bronz Çağ’dan başlayarak Türk ve Moğol krallıklarına, Budizm’in yükselişine, komünist rejim dönemine ve 1990 sonrası demokrasiye geçişe ait 60.000 tarihi, arkeolojik ve etnografik eser ve bilgileri bulunmaktadır. Tarihsel olarak en önemli parçalardan bazıları, kronolojik ve temalara göre düzenlenmiş 9 salonda sergilenmektedir.
Bizi en çok Uygur ve Göktürk devletleri için ayrılmış olan bölüm etkiledi. Müzenin bu bölümü TİKA’nın (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı) desteği ile oluşturulmuş. Orhun Vadisi’ne gitmeden önce Kültigin Yazıtının replikasını da bu müzede gördük. Atalarımızın bu topraklarda kurdukları medeniyetler hakkında bilgiye doymuş sıra karnımızın doymasına gelmişti. Bunun üstüne tabii ki Türk restoranı gider. Hürrem Sultan’da, ilk gittiğimizde deneyemediğimiz lahmacunlarından sipariş verdik. Bizdeki gibi kıymayı koklatmamış hakkı ile yapmışlar.
Saat 18:00’de Ulusal Akademik Drama tiyatrosundaki gösteriye yetişeceğimiz için Sefa abi ile kısa sohbet edip enfes kurabiyelerinden de alıp vakitlice ayrıldık. Tiyatronun kapıları saat 17:00’de açılıp biletlerin satışı anlık yapılıyor (Bilet ücreti 60.000 Tugrik). Biletlerde numara yok, boş bulduğunuz hoşunuzun gittiği yere oturmak serbest. Biz de ön sıralara yerleştik ve hayranlıkla izlediğimiz bir gösteri oldu. Gırtlaktan o sesler nasıl çıkar, nasıl enerjik danslardır, Moğolistan’ın her bölgesine ait geleneksel dans, kıyafet ve müziği ile tam bir görsel şov oldu.
Beyin, karın ve gözler de doyduğuna göre Hustai Milli parkına doğru yola devam… Ulan Batur trafiğini unutturmamak için güzel bir veda ile uğurladı bizi, üstüne bir de dönüşü kaçırınca katmerli oldu. Yağmur başlayınca bir benzin istasyonuna girip burada gecelemeye karar verdik.
35.Gün Hustai Milli Parkı, Moğolistan
Sabah 9 gibi, dünyada neslini devam ettirebilen tek yabani at türü olan, nadir ve tehlike altındaki, Przewalski atlarına ve uluslararası önem taşıyan birçok bitki ve hayvana ev sahipliği yapan “Hustai Milli Parkının” girişine geldik. Takhi olarak da bilinen atları bakalım görebilecek miyiz. Parkta sadece 300-400 arası Takhi’nin olduğunu düşününce biraz şansa kalıyor.
Asfalttan ayrıldıktan sonra yolunun 15 km kadar bozuk olduğunu uzun uzun anlatmaya gerek yok, sonuçta Moğolistan’ı da özel yapan bakirliği değil mi. Parkın giriş ücreti, yerel halka 10.000 Tugrik, yabancılara 70.000 Tugrik veya 20 dolar ve kredi kartı geçmiyor. Girişte doğru dürüst bilgi yok, çalışanların İngilizceleri yok denecek kadar az olmasına çok şaşırdık. Moğolistan, Rusya’ya göre İngilizce bilen bakımından çok daha iyi ama böylesi önemli bir parkta bize denk gelmedi. Umarız bu konuda kendilerini geliştirirler.
Görevliler P4 alanına gideceksiniz gibi bir şeyler demeye çalıştılar ama anlaşamadık. Araçla yaklaşık 20 dk kadar gittik ama kartal ve marmot hariç hiçbir canlıya denk gelmedik. Daha içerilerde görme umuduyla ekstra yarım saat daha sürdük. Parkın içinde nereye kadar gitmek serbest bilgimiz yok, sadece bilette off-road yollara girmek yasak yazıyor, sanki parkın içinde asfalt yol var. Tepelerin birinde mobiletli bir görevli gördük, sanırsak fotomuzu çekti. Ama yanında durduğumuzda bir şey demedi, çekti gitti. Çıkışta göreceğiz neler olacak.
Yol iyice labirent gibi olunca madem P4 dediler belki bir şey vardır diye geri döndük. İyi ki de dönmüşüz, genç bir park görevlisi, biri Takhi atlarına diğeri de geyiklere çevrilmiş iki dürbünle ziyaretçileri bekliyor. Sonunda takhi atlarını dürbünle de olsa görmüş ve dürbünleri aracılığıyla fotoğraflarını çekebilmiştik. Görevli ile tanışıp sohbeti ilerletince atların sabah ve akşam saatlerinde su içmek için tepelerden aşağıya indiklerini öğrendik. Bu kadar gelmişiz ne yapalım 3-4 saat bekleriz.
Sağ olsun Teach (görevlinin lakabı buymuş, lakabı gibi herkese bilgi vermeye çalışan çok güler yüzlü bir genç) bizimle çok ilgilendi. Dediği gibi akşam gün batımına doğru Takhi atları bir grubu salına salına bir grubu da koşarak su içmeye indiler. Manzara enfes oldu. Atlara 300 metreden fazla yaklaşmak yasak, maalesef kurallara çok özen gösterilmiyor ve görevlilerin sürekli müdahale etmeleri gerekiyor. Teach’in bugün son günüymüş ve denk gelmemiz büyük şans.
Parkın girişinde hem otel hem de gerlerin olduğu resort var, park görevlileri de orada kalıyormuş, dönüşte onu bırakıp bırakamayacağımızı sordu. Ne güzel biraz daha sohbet edeceğiz, turizm öğrencisi olan Teach’in hayali de dünyayı gezmek, umarız hayalini gerçekleştirir. Teach’i parkın çıkışına bırakıp biz de yandaki kamp yerine geçtik. Kendisine ne kadar teşekkür etsek azdır. Bol kartal ve at dolu harika bir gün oldu. Bir şeyler yiyip daha çadırı açmamıştık ki bir anda hava döndü ve fırtına başlamadan arabaya zor attık kendimizi. Motosikletle yaptığımız gezilerin yeri ayrı olsa da bu gezide kamyonetin avantajını sonuna kadar kullanıyoruz. Önümüze iki araç geldi fırtınanın ortasında, bizim aracı bile beşik gibi sallayan rüzgarda, yer çadırı kurmaya çalışıyorlar. Yok artık dediğimiz anda vaz geçip ıslak çadırlarını toplayıp gittiler. Gece bakalım nasıl geçecek.
Parkın yönetimi hakkında kısa bilgi; Hustai Milli Parkı Vakfı (HNPT), kar amacı gütmeyen ve kendi kendini finanse eden bir sivil toplum örgütü olarak, parkın yönetiminden Moğol hükümetinden mali destek almadan sorumludur. Kendilerini, parkta bulunan diğer birçok tehlike altındaki bitki ve hayvan türünü korumanın yanı sıra, Przewalski atlarının sürdürülebilir bir popülasyonunu oluşturmaya adamışlar. Giriş ücreti biraz yüksek kalsa da böyle bir organizasyona destek olmak için de gelinir.
36.Gün Hustai Milli Park – Karakurum Arası Moğolistan
Geceki fırtınadan sonra sabah soğuk bir havaya uyandık. Hızlıca kahvaltı edip Kharkon’a (Karakurum) doğru yola çıktık. Yol boyunca geçtiğimiz yerlerde dağılmış gerleri, çatısı uçmuş veya ters dönmüş evleri, parçalanmış çitleri gördükçe geceki fırtınanın şiddetini daha iyi anladık. Biz iyi yırtmışız ve çadırımızı açmayarak çok doğru hareket etmişiz. İnsanlar bir taraftan gerlerin içindeki eşyalarını toplamaya çalışıyor bir taraftan tamir etmeye, içimiz acıdı ama elimizden bir şey de gelmiyor.
Saat 15:30 gibi Erdene Zuu Manastırına ulaştık. Erdene Zuu Manastır Kompleksi, Moğol İmparatorluğu’nun ilk başkenti olan antik Karakurum kentinin bulunduğu yere inşa edilmiştir. Şehir, 1220 yılında Cengiz Han tarafından kurulmuş ve 1235’ten itibaren halefi Ögeday Han tarafından genişletilmiştir. 1999 yılından bu yana, Orta Çağ kentinin kalıntıları, Moğol ve Alman arkeologlar tarafından ortaklaşa incelenmektedir. Bakalım daha ne bilgiler gün yüzüne çıkacak.
Moğolistan’ın en eski Budist manastırı olan Erdene Zuu, ülkede Budizm’in yayılmasının önemli bir sembolüdür. Manastır, Tibet Budizmi’ni Moğolistan’ın devlet dini statüsüne yükselten Prens Abtai Sain Han tarafından 1586 yılında inşa edilmiştir. Geleneksel Moğol-Tibet tarzında inşa edilen manastır, 108 stupa ile süslü heybetli bir duvarla çevrilidir. En parlak döneminde Erdene Zuu, binlerce keşişe ev sahipliği yapmış ve manevi yaşam, eğitim ve kültür merkezi olmuştur. Ancak, 1930’lardaki komünist baskı sırasında manastırın büyük bir kısmı yıkılmış ve yalnızca birkaç tapınak müze olarak ayakta kalmıştır.
1990’da Moğolistan’da sosyalizmin çöküşünün ardından dini yaşam yeniden canlanmaya başlamıştır. Bugün Erdene Zuu hem aktif bir manastır hem de müze olup (1965 yılında devlet tarihi ve dini müzesi haline geldi) Moğolistan’ın en önemli kültürel ve dini mekanlarından biridir. Manastır kompleksi, 1996’dan beri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer almaktadır. Dokuz tapınakta sergilenen pirinçten yapılmış tarihi ve dini objeler, ahşap oymalar, kağıt hamuru, toprak resimleri ve aplikeler dahil olmak üzere 7464 eser bulunuyor. 120 eser Moğolistan’a özgüdür. Ayrıca bahçesinde Altın Stupa, Bodhi Stupası’nın (Buda’nın aydınlanmasının sembolik bir temsili) bir biçimidir ve yaklaşık 8 metre yüksekliğinde dikkat çekiyor.
Sekiz küçük stupa ile çevrili olan stupa, 1930’lardaki Komünist tasfiyeler sırasında tamamen yıkılmamıştır ve stupanın hala ilk kutsal alanını koruduğu söylenmektedir. (Bilgiler, manastırdaki tabelalardan Türkçe’ye çevrilmiştir.)
Kompleks ücretsiz gezilebiliyor, sadece üç önemli tapınağın olduğu alana giriş ücretli ve 10.000 Tugrik.
Manastır ziyaretinden sonra kalmayı planladığımız Gaya Guesthouse’a geçtik. Motosikleti ile benzer rotayı yapan, iletişim halinde olduğumuz Mustafa da burada kalıyor ve sonunda yüz yüze tanıştık. Uzun sohbet sonrası akşam ger’de yerel bir sanatçının iki torunu ile birlikte müzik gösterisi olduğu haberini alınca hep birlikte katıldık. Genç yetenekleri keyifle izledik umarız bir gün çok daha kalabalık seyirci kitlesi tarafından izlenirler…
Gezimizde en çok görmek istediğimiz yerlerden biri olan Orhun Yazıtlarının heyecanı akşamdan sardı bile, yarın sabahı sabırsızlıkla bekliyoruz…
37. Gün Orhun Yazıtları – Uglii Gölü
Sabah kahvaltı sonrası vakit kaybetmeden gezimizin çıkış fikri olan “Orhun Yazıtlarına” (Göktürk Yazıtları ya da Köktürk Yazıtları olarak da bilinir) gitmek oldu. Yazıtlarla birlikte atalarımızın bir zamanlar at koşturduğu yerleri de göreceğimiz için heyecanlıyız. Mustafa birkaç gün önce ziyaret etmiş ama bizimle tekrar geldi.
Yazılış tarihleri MS. VIII. yüzyılın başlarına dayanan ve 1889’da Orhun Vadisi’nde bulunan yazıtlar, II. Göktürk Kağanlığı’na aittir. Türklerin, bilinen ilk alfabesi olan Orhun alfabesi ile yazılmış, ilk yazılı metinleridir. Orhun Abidelerinin dil tarihi bakımından önemi çok büyüktür. Ayrıca, taşlara yazılan metinlerin içeriği Türk devlet yönetimi ve Türk kültürü ile ilgili de önemli bilgiler içermektedir. Yazıtlara, bu abidelerin sonsuzluğa kadar kalması temennisi ile “Bengü Taşlar” denmiştir. Bu yazıtlar arasında hem içerik hem de hacim bakımından en önemlileri; “Kül Tigin”, “Bilge Kağan” ve “Tonyukuk” Yazıtlarıdır. Dördüncü bir yazıt olarak ise Köl İç Çor Yazıtı da sayılabilir.
Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı’nın (TİKA) desteklediği proje ile 2008 yılında, Kül Tigin ve Bilge Kağan Yazıtlarının bulunduğu alanın hemen yanında Orhun Müzesi açıldı. Ve müzede bu iki yazıtın orijinallerini, bulundukları yerde de replikalarını görmek mümkündür. Müzeye giden 50 km yolun asfaltlanması yine TİKA tarafından yapılmıştır.
Müze içinde, bir zamanlar var olduğuna dair bulgular elde edilen Kül Tigin’in Anıt mezar kompleksini gösteren maket var. Bu makete göre; Kül Tigin Yazıt taşının, üstünde oturduğu ortası oyuk kaplumbağa heykeli ve mezar odasına giden yol boyunca dizili sağlı sollu heykeller varmış. Maket de yazıtlar kadar anlamlıydı. Ayrıca müzede bölgeden çıkarılmış döneme ait heykeller, çeşitli süs eşyaları ve bilgiler var. Müzeyi bilgi anlamında biraz yetersiz ve yalnız bırakılmış bulduk.
Diğer yazıtların da replikalarına ve bilgilerine bu müzede yer verilseymiş güzel olurdu. Ulan Batur’un 60 km kadar güneydoğusunda kalan Tonyukuk Yazıtı’nın taşınacağı müzenin yapımı devam ediyor ve maalesef korunduğu depoda gösterilmiyor. Onca yolu gelip görememek üzücü (bazen bekçi kapısını açıp gösteriyormuş ama bize anahtarı yok dediler. Tonyukuk Yazıtı’nın diğerlerinden neden bu kadar uzakta olduğuna dair de şöyle bir söylenti var: Vezir Tonyukuk, Bilge Kağan ve Kül Tigin yazıtlarında kendisine yer verilmediği için onlardan 350 km uzakta doğduğu yerde bu yazıtı yaptırmış ve Kaanlarının başarılarının kendisine ait olduğunu yazmış. Diğer yazıt mı maalesef onunla ilgili bilgi bile yok .
Orhun Yazıtlarını gördükten sonra binlerce yıl öncesindeki yazıtlardan günümüze de verilen dersleri düşünerek Uglii gölüne devam ettik. Yolun son 20 km’si toprak ve ara ara ondüle ama rahat gidiliyor. Göl kıyısında güzel bir yere kurulduk. Milli park görevlisi bir bey, ailesi ile birlikte yanımıza uğradı. Etrafta bizden başka turist olmayınca ve bir motosiklet, bir kamyonetle kamp yapan yabancıları doğal olarak merak ettiler. Çeviri ile anlaşıp meraklarını giderdik. Bir de Moğolca kısa bir video ile bu bölgenin tanıtımına katkıda bulunduk.
Meğerse Moğolca ne zor dilmiş, 3 kişi bir cümleyi bölerek ancak söyleyebildik. Çekim çok eğlenceli geçti ve iyi güldük, şimdiye kadarki tanıştığımız en sıcak Moğol ailesiydi. Gün batımına, arkasından yıldızlara yanımızda taşıdığımız ve bugüne özel açtığımız rakı ve keyifli sohbet de eşlik etti. Zamanın su gibi nasıl akıp gittiğini anlamadan gece 01:00’i yapmışız. Yarın sabah Mustafa ile yollarımız ayrılacak. Bakalım bir sonraki buluşmamız nerede olacak.
Orhun Yazıtları hakkında daha detaylı bilgi için link; https://mersinsporlisesi.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/33/11/967920/dosyalar/2024_10/28173737_dilimizinzenginlikleriekim.pdf
38. Gün Orhun Vadisi
Sabah keyifli Türk kahvaltısı sonrası Mustafa’yı yolcu ettik. Gölün etrafını biraz dolaşıp Orhun Şelalesinin (Ulaan Tsutgalan) olduğu Orhun Vadisi’ne doğru düştük yollara. Maalesef her yer yine çöp içinde, böylesi özel bir coğrafyayı insan kendi elleri ile nasıl bozar. Ne bizim ülkede ne de benzer manzarayı gördüğümüz diğer ülkelerde anlayamıyoruz. Vadiye girişten sonra yol çok berbat hale geliyor. Kayalar arası geçecek yer bulmak sorun olabiliyor.
Su geçişleri var ama derin değil, derince olanlara da köprü yapılmış. Tabii doğru yoldan gidip bulabilirseniz. Yol ne kadar bozuksa coğrafya da o kadar güzelleşiyor. Ama sehir halindeyken yola konsantre olmaktan manzaraya odaklanamıyorsunuz. Yerellerden birilerine denk gelirseniz onları takip etmek en iyisi tabii hızlarına yetişebilirseniz. Gözden kaybedip tek kaldığımız anlar çok olsa da bir şekilde uçsuz bucaksız vadinin içinde yolumuzu bulup şelalenin olduğu yere kadar gelebildik.
Yol üzerinde Uurtiin Tokhoi yamacında fotoğraf için durduk. Yamaç deniz seviyesinden 1.630 metre yüksekliktedir ve altından Orhun Nehri akar. Moğolistan’daki en uzun nehir olan Orhun Nehri, batıda Khangai dağlarından başlar, ülke genelinde akar ve 1.124 km sonra Selenge Nehri’ne katılarak Baykal Gölü’ne ulaşır (bilgiler buradaki panodan).
Yol üzerindeki Bat-Ulzii kasabasında da her yıl temmuz ayının sonunda Yak Festivali düzenlenir maalesef birkaç günle kaçırdık.
Ulaan Tsutgalan Şelalesi, Orhun Nehri üzerinden 24 metre yükseklikten dökülür. 2,5 milyon yıl önce, Khangai dağ sırasının içinde bulunan Tsagaan Azarga nehrinin başında depremler ve volkanik patlamalar meydana geldi. Patlamaların sıcak lavları kalın bir bazalt taşı tabakası oluşturdu ve Orhun nehri bu bazalt taşlarının üzerinden akarak devasa bir kanyon yarattı. (Bilgi, buradaki panodan çeviridir.) Şelalenin altına doğru zipline yapılabiliyor. Parkın girişinden at veya mobilet ile şelalenin olduğu yere ulaşılabildiği gibi yürümek en güzeli. Şelale fena değil ama Orhun Vadisi ile bütünleşmek bizi daha çok etkiledi ve izlemeye doyamayacağımız kadar güzel.
220 km² alanı kaplayan Orhun Vadisi, 2004 yılında UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi’ne alınmıştır. Tarih açısından da büyük önemi olan vadi, Uygur İmparatorluğu ve bir zamanlar dünyanın en büyük imparatorluğu olan Moğol İmparatorluğu’nun başkentlerine ev sahipliği yapmıştır. Bu yüzden Orhun Vadisi Hun, Göktürk, Uygur ve Moğol İmparatorluklarına ait arkeolojik kalıntılar, eski şehir ve yerleşim merkezlerinin enkazları, yazılı ve dikili taşlar, mezarlar, ve Budist tapınaklarının bulunduğu, tarihi ve kültürel bir mirastır.
İşte böylesi müthiş coğrafyanın içinde nereye hayran kalacağımızı bilemeden dolaştık. Şimdi de bu bölgenin ev sahipleri ile kaynaşma zamanıydı. Orhun Nehri kıyısında kampı attık. Kamp dışında kalınacak gerler de var. Bir taraftan nehire su içmeye gelen atlar, yallar, inekler, bir taraftan tepemizde dönen kartal, şahinler ve köpeklerin eşlik ettiği manzaramız süper. Etrafımızda dolaşan hayvanlar ile doğanın içinde çok keyifli bir akşam oldu.
Samanyolu’nun elimizi uzattığımızda yıldızlara dokunabilecek kadar yakınlığını hissetmek müthişti. Eh, bu muhteşem geceyi bozacak birileri çıkmasa iyi olacaktı ama yapacak bir şey yok. Yanımıza sonradan gelen grup geç saatlere kadar gürültü yaptı. Belki onlar da kendilerince tatillerinin tadını çıkarıyorlar. Onlar eğlensin biz de kulak tıkaçlarımızı takar yatarız değil mi.
39. Gün Orhun Vadisi- Küçük Gobi Arası -Moğolistan
Sabah nehirde yüzümüzü yıkayıp su içmeye gelen yaklar ve atlarla selamlaştık. Sağ olsun yan komşumuz son sürat gürültüye devam ediyordu. Kahvaltı sonrası vadiden ayrıldık. Malum yolumuz zahmetli ve kaybolmaları da hesaba katmak lazım. Dönerken uğrarız dediğimiz “Deve-Geyik Taşı Anıtları ve Kare Mezarlar” kayboluşlarımızın birinde hiç aramadan karşımıza çıkıverdi.
Deve Taşı’nın ağzında geyik heykelleri ve kare mezarların bulunduğu anıtlar grubu, Tunç Çağı’na tarihlenmektedir. Kare mezarların çitleri geyik taşı anıtlardan yapılmıştır. Ve arkeolojik kazılarda 1971 yılında sığır, koyun kemikleri, kemik-bronz aletler ve çanak çömlek parçaları bulunmuştur. Anıtlar, Orhun Vadisi Dünya Miras Alanı’ndaki evrensel değer taşıyan en büyük tarihi ve kültürel anıtlardan biridir (bilgi önündeki panodan). Maalesef bu bilgiler hariç alanda başka açıklama yok ve kendi haline bırakılmış. Alanın görevlisi atlar ortalıkta otluyor, kim bilir belki insan elinin fazla değmemiş olması daha iyi.
Ara ara kaya zeminli, su geçişli, tabelasız, belirsizliğin ortasında yol alarak 3-4 saat kadar sürede Khorjet’e vardık ve sonunda asfaltla buluştuk. Hustai Milli Park’tan gelirken görüp dönüşe bıraktığımız Küçük Gobi (Elsen Tasarkhai) diye geçen kumul çöle uğradık. Nasıl da yeşilliğin içinde o kum tepeleri oluşmuş hayrete düştük. Fotoğraf çekmek ve biraz çöl havasını mhissetmek için hoş bir yer. Develer ile fotoğraf çektirmek veya binmek bizim ilgimizi çekmedi.
Daha fazla yola devam etmeyip saat 21:30 civarında dinlenme tesislerin birinde gecelemek için durduk. Yolu çok kötü olsa da Orhun Vadisi görülmeye ve 2-3 gün kalmaya değer. Bizim gibi Gobi Çölünün kum tepelerinde vakit geçiremediyseniz Küçük Gobi’de bir nebze de olsa telafi edebilirsiniz.
40.Gün Amarbayasgalant Manastırı – Moğolistan
Sevgili Serkan’ın (rüzgarınizinde) tavsiye ettiği manastırı, mistik ortamı kadar mimarisi ile de çok etkiliyeci durması üzerine biz de görülecekler listemize almıştık. 1727-1736 yıllarında inşa edilmiş kompleksten geriye kalmış 28 tapınağı ve enfes vadi manzarası olan, her şeyden uzak muhteşem bir Budist manastır kompleksi bizi karşıladı. Ulaşılması zahmetli olan manastır görselliği ile buna değdi dedirtiyor.
Adımınızın para olduğu Moğolistan’da kompleksin ücretsiz geziliyor olması da sürpriz oldu. Vadi boyunca göçebe yerleşim yerleri fazla, manastırın yakınında ise kalıcı yerleşim yerleri dikkat çekiyor. Ayrıca vadi zengin bitki örtüsü ve meralarıyla ünlüdür. Antik çağlardan günümüze kadar insanları cezbetmiş ve bu vadinin bereket, yeniden doğuş ve cennet bahçeleriyle ilişkilendirilmesine neden olmuştur.
Amarbayasgalant Manastırı veya “Huzurlu Mutluluk Manastırı” Moğolistan’daki en büyük üç Budist manastırından biridir. Mançu İmparatoru Kangxi (1654-1722), manevi akıl hocası Undur Gegeen Zanabazar’ı onurlandırmak için bu dini kompleksi inşa ettirmişti. Zanabazar, Khalkha Moğollarının ilk Budist lideri ve Moğol dini sanat okulunun da kurucusudur. Günümüzde dünya çapında büyük saygı duyulan ve tanınan Buda heykellerini yapmıştır. Bu manastırın mimarisi, doğa ve çevreyle mükemmel bir uyum içindedir.
Manastırın mimarisi, Moğolistan coğrafyasının kültürel mirasını örneklemektedir. Mekansal planlaması; Mançu tarzı bir imparatorluk sarayı gibi düzenlenmiş ama Tsogchen Ana Tapınağı’nın yapısal planı; ülkedeki göçebelerin geleneksel konutu olan Moğol Ger’den esinlenmiştir. Ayrıca stilistik olarak Çin mimarisinden de izler taşır. Manastır simetrik bir yapıya sahiptir.
Buna göre binalar, merkezi eksen boyunca hiyerarşik olarak düzenlenmiştir ve tüm önemli yapılar merkezden kuzeye ve güneye doğru uzanır. Bazı mühendislik çözümlerin de kullanıldığı manastırda en önemlisi; çatı sularının binanın dört sütununun içindeki metal borulardan, zeminin altında inşa edilmiş taş oluklardan geçirilerek Ana Tapınağı’ndan uzağa yönlendirilmesidir…
Stalin’in “Büyük Tasfiyesi” sırasında Moğolistan’daki 1000’den fazla Budist ibadethanesi yıkıldı. Amarbayasgalant Manastırı da bu tasfiyeden nasibini aldı. 50’den fazla tapınaktan sadece 28 tapınak kurtulabildi. Bu tapınaklar 1941’den beri devlet koruması altındadır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla 1990 yılında manastır yeniden kutsandı ve ibadete açıldı.
Vadi, büyük kayalarla işaretlenmiş çeşitli geometrik şekillerdeki Türk dönemi mezarlarıyla kaplıdır. (UNESCO’nun sayfasında böyle bir bilgi de var ama devasa vadinin içinde denk gelmek şans.)
Ruhani, sakinleştiri ve görkemli manastırdan adı gibi huzurla ayrıldık. Dönüş yolumuz takip edecek araç olmayınca biraz daha dolambaçlı oldu ama manastırın aşağılarına dere kenarına inebildik ve burada da kamp yaptık. Akşam yemeğe misafirimiz de eksik olmadı . Moğolistan’daki köpekler inanılmaz uysal, hiç rahatsızlık vermeden yemeklerini yiyip ya gidiyorlar ya da bekçiliğinizi yapıyorlar…
(Yazıda geçen bilgiler, manastırdaki panolardan ve UNESCO’nun sayfasından Türkçe’ye çevrilmiştir.)
41.Gün Ulan Batur’a mecburi geri dönüş
Kamp yaptığımız yerden ayrılıp güle oynaya Hatgal’a Khuvsgul göle doğru yola koyulduk. Önce yolumuzun üzerindeki sönmüş Uran Togoo volkanına uğrayacağız. Yanardağ 20 ile 25 bin yıl önce aktifmiş. Bir efsaneye göre; Uran Togoo dağının arkasındaki bir bölgeden gelen yiyeceklerin özellikle lezzetli olduğu, çünkü Tanrı’nın oraya kutsal su bıraktığı ve dağın ön tarafından fermente edilen kısrak sütünün de Tanrı’nın oraya kutsal süt bıraktığından lezzetli olduğuna inanılır. Uran Togoo kraterinin içinde 1,5 metre derinliğinde bir göl bulunmaktadır. Gölün etrafındaki toprak besin açısından zengindir, bu nedenle karaçam, titrek kavak, ve huş ağaçlarından oluşan yoğun ormanlar görülür. Yabani soğan, devedikeni, lale, gül kökü, kimyon ve astragal gibi birçok tıbbi bitki de burada yetişir.
Volkana gelmeden önce yol üzerinde Erdenet’te “Sansar süpermarkete” uğradık. Kamp malzemesinden kasap bölümüne kadar her şey var. Burası Moğolistan’ın Carrefour’u hatta bazı ürünler Carrefour markalı. Eksik malzemelerimizi tamamladıktan sonra yola devam ettik. Bulgan civarına geldiğimizde Adblue seviyesi düşük diye araba alarm verdi. Mümkün değil! Rusya’dan çıkmadan önce doldurduk ve daha 5.000 km geldik ki 10.000 km götürmesi lazım. Eğer ilave etmez ve biterse araç kendini bloke edecek. En iyisi Adblue bulmak ama benzin istasyonlarında satılmıyor.
Etrafta oto malzemesi satan yer bakmaya başladık ve nihayet birileri yardımcı oldu. Şehrin giriş tarafında bir yer tarif ettiler ve direkt oraya gittik. Adblue ilave edince ikaz da gitti ve biz de yanardağa doğru devam ettik. Yanardağa 10-15 km kala ekranda PCS arızası çıktı. Dün çok pis kumlu yola girmiştik belki bir şey kaçmıştır diye sensörleri temizlemeye çalıştık ama faydası olmadı. Bir taraftan da yağmur başladı, internet de iyi çekmiyor. Bir güç sanki bize devam etmeyin diyordu. Yanardağın oraya kadar geldik ama yağmur şiddetini arttırınca tepesine çıkmayıp Toyota servisinin olduğu Ulan Batur’a geri dönmeye karar verdik. Şehir bizi geri çağırıyordu :))
42.Gün Ulan Batur Toyota servis ve Moğolistan’a veda
Sabah açılmasına 5-10 dakika kala Toyota’nın kapısındaydık. Bizden önce birkaç kişi daha gelmiş, kapı açılır açılmaz girdik içeriye. Çok beklemeden sıramız geldi ve derdimizi çevire programı ile anlatmaya çalıştık. Neyseki ustalardan biri İngilizce biliyormuş onu çağırdılar. Buraya gelmeden önceki akşam alarm veren bütün ışıklar gitmişti ama gezimiz uzun ve içimiz rahat etmediği için en azından bilgisayara bağlatıp kontrol ettirmekte fayda var. Herkes o kadar ilgili ki hemen aracı içeriye alıp işleme başladılar.
Toyota bayisi, hem servis hem mağaza hem de kafesi ile o kadar düzenli ve temiz ki açıkçası Moğolistan’da bu kadarını beklemiyorduk. Moğolistan’daki en temiz ve modern tuvaletlerin de burada olduğunu söylersek abartmış olmayız. Bir saatlik test sonucunda sensörlerin birinde arıza olduğu ama parçasının ellerinde olmadığını söylediler. Servis alanına Onur’u alıp tek tek her şeyi açıklayıp bilgi verdiler.
Ülkede maalesef dizelin, benzinin kalitesi kötü ve özellikle Euro5 almamız tavsiye edilmişti ama her yerde bulunmuyor. Bir iki kere mecbur normal dizel almak zorunda kaldık ve bundan dolayı olabileceğini söylediler. Yol şartlarından da kaynaklanabilirmiş. Sensörün bizi etkilemeyeceğini yola devam edebileceğimizi ama aracı zorlamamızı tavsiye ettiler. Bu arada serviste çalışan elemanlardan teki Kazak çıktı ve Türkçe anlaşmak paha biçilmezdi.
Mazot filtresini değiştirsek iyi olur deyince yanımızda getirdiğimiz filtreyi verdik. Sağ olsunlar onu da hallettiler ve girmemiz ile çıkmamız 3 saati buldu. Hem bu kadar kısa sürede işimizi hallettiler hem de 20 dolar gibi komik fatura çıkardılar. Ne kadar teşekkür etsek azdır. Tavsiyelerine uyarak Khuvsgul Göl yerine Baykal Gölü’nde dinlenmeye karar verdik. Bugün akşam mümkün olduğunca sınıra yaklaşıp nehir kenarında Moğolistan’daki son kampımızı attık. Yanımızda 3 çocuklu Rus aile kalıyor. Onlarla sohbet ederken yağmur başladı, Moğolistan gidişimize ağlıyordu…
Devamı Rusya yol notları 2. bölümde…

İlk Yorumu Siz Yapın